acıktığımı hissettim. karga, gökyüzünde asılı duran güneş ışıklarının arasından, suçsuz birini -hangimiz suçluyduk?- vurmak üzere ilerleyen bir kurşun gibi süzüldü.
''orospu çocuğu,'' diye düşündüm.
''görecek bir çok şeyi var hala.''
geri döndüğünde benimle sıkı bir sohbete tutuşacaktı yine, bundan emindim. gördüklerini aktaracak, benim seyahat etmeksizin dünyayı tanımama yardımcı olacaktı. ben onun bebeğiydim. beni bilgi ve ışıkla besliyordu. öteki kargaların aksine bu karga, azizdi. anlamsız derecede ilgi çekici bir budist-ayin'den fırlamıştı. bir hindistan cevizini oyarak heykeltraşlık yapmayı öğretmişti bana. başarısızlığı ve kavga etmeyi de ondan öğrenmiştim. kanunsuzdu. bir kahramandı benim için. tanrı'nın karga silüetiydi. içimdeki manevi nüfussuzluğu gideriyordu.
bir çok şeyin tadı kalmamıştı hayatımda. oysa bir zamanlar, bir çok insanın alamadığı tadlara doyduğumu, tanrının şanslı çocuklarından biri olduğumu hatırlıyorum. bundan iki önceki hayatımda, bir boz ayıyken de böyleydim. şimdiyse, bir meksika akbabası için iddialı bir duruşum vardı. klasım vardı! akbaba klası. en azından kahvaltım, kargalardan daha lükstü. yetinmeyi öğrenmiş, viski yerine çürümekte olan insan leşi tercih etmeye başlamıştım. eski hayatım geride kalmıştı. insan olmak tuhaf bir duyguydu. tam olarak ne olduğunu anlayamıyordun insanken. insansan, insan olduğundan emin olamayabilirdin, ama akbaba olduğun sürece, akbabaydın.
GEL
GEL GEL GEL GEL
GEL
GEL GEL
gelmesi gerekenler vardı. eski hayatımdan alışkanlık sahibi olduklarım.
GELmediler.
yalnız
bir
meksika
ucubesi
ve
kaktüsler.
bir hatam olmadı diyemezdim, hatalarımdan ibaretti ömrüm. ritim tuttum, ve içimden şunları geçirdim;
aydınlanmak uğruna ateşe teslim olanların, özgürlük uğruna kafeslerde kan dökenlerin, uçma kabiliyetlerini kıskandığı için kuşlara kin ve nefret besleyenlerin, bir kadının varlığını özleyenlerin ve bu özlemle masturbasyon yapanların, McDonald's kuyruğunda çılgınca sertleşip kendine ''nasıl bu kadar KALİTESİZ olabiliyorsun?'' diye soranların, bu soruya başkaları tarafından mağruz kalanların-ki onlar daha şanslı hissetmelidir-, güneşin, ayın, yıldızların ve her türlü ışığın batmasını-sönmesini bekleyenlerin, belli-başlı kokulara hasta olanların, kahve ve sigarayla hayata tutunanların, içki zamlarından şikayetçi olanların, yalnızlığın yalnızların kaybolmuşların ve kaybolmuşlukların, hiçliğin hiçlerin ve hiç olmaya doğanların, ölümü saygıyla bekleyenlerin, sabırsızlananların ve mızmızlananların, damlaları hissetmeyi sevenlerin, erkeklerini bulutların yerine koyan sikiş-düşkünü ama aynı zamanda münzevi gözüken kadınların, olduğu şeyden, olduğuna inandığı şeyden başka hiçbir şeyi taklit etmeyen erkeklerin, eski tren yolları ve istasyonlarının -güzeldir-, gökyüzünün her gün griye dönüşüne boş, umutsuz ve incinmiş gözlerle bakanların, günleri teker teker sayıp her bir gün için başarısız bir dart atışı yapanların, damarlarında akan kanla, saçlarındaki tozla ve düşüncelerindeki toz bulutuyla top sektirenlerin, çeşitli yerlerde ve çeşitli zamanlarda ağzının bozuk olduğuna dair şikayetler işitenlerin, işittiklerini siklemeyip yoksulluğun tadını çıkaranların, sahip olamayışın ağırlığını taşımayı bilenlerin
günleri
tükeniyor.