he

26 Mart 2024 Salı

marla





bir gün beni yaşam yollarımdan kesecekler

kesecekler, olay yerine sinan sokak diyecekler

yaşam dağıtacağım etraflara ana karotitimden

bir gün beni uzaklarda görecekler 

sevmedim diyeceğim öyle bilecekler 

  

nefesimde zehir olup gezecekler 

elimi sıkıp gülecekler 

sokaklarım ciğer sızısına çıkacak 

baktığım her yerde ayrı bir giyotin olacak 

bir gece öncesinde rüyamda göreceğim, umuyorum 

bu dizeyi yazarken gözlerimi yumuyorum;

ellerini bıraktığım yerden ellerimi kesecekler. 


faniyiz koynumuzda tüm hayallerimiz 

tüm hayallerimiz koynumuzda, onlar da göçecekler 

bir fesleğen kuruyacak

bir çocuğumuz olacak odasını boyayacak 

bir çocuğumuz olacak ışığı senden yansıyacak 

bir çocuğumuz olacak ipek gibi 

bizi bizden çok sevecekler 

başaramadım ya ben, şimdi göçtükleri yerden gelecekler 

ellerini bıraktığım yerden ellerimi kesecekler 


kaybettik hayatım göz göze değiliz 

belki ellerimize de yeni isimler veririz 

koru dengeni hatıralara değersek eririz.

çünkü o çocukların da dileği biziz 


ellerim seni ellerimden almaya çalıştı

ışığın sıcağınla hatıralara karıştı

söz verdiğim gibi yokluğuna alıştım ama 

inan sen de benle hayatımın 

çok tuhaf bir döneminde tanıştın 







8 Ocak 2022 Cumartesi

Dünyayı yenen Atatürk, isabetli bir psikanalize nasıl yenildi?



Bölüm 1: Hollywood Klasiği 
"Daha az" olmak hissiyatının bazı insanları incitmesi
 ve bu incinmişliğin ustaca kullanımının yol açtığı o Hollywood klasiği
.


 
Bu topraklarda Gâzi Paşa'ya karşı nefreti hiçbir ideoloji, fikir, tarihi belge, hatırat, misyoner, gizli güç değil; bizzat insan doğasında bulunan çok basit bir dürtünün ustaca kullanımı yarattı; rekabetçilik ve kıskançlık... 

 Bir erkek düşününün. Subay, karizmatik bir yüzü ve dimdik bir postürü var. Tanrı'nın kolay kolay kimseye nasip etmeyeceği bir dehaya sahip. Dünya harp doktrinini oluşturan tüm tarihi kişiliklerin, komutanların ağzını açık bırakacak bir stratejik deha (Kocatepe'yi duymuş muydunuz?), sulh döneminde 1927'de kaleme aldığı Gençliğe Hitabe'yi bugün okusanız "100 yıl sonrayı bizzat gidip görmüş olması gerekir. Bir fâni 100 yıllık değişkenleri doğru şemada hesaplayıp böyle bir öngörüde bulunamaz." dersiniz. İşte Gâzi Paşa ve Kurucu Değerleri, büyük ihtimal Amerikalı toplum bilimcilerin insan psikolojisi üzerine gayet primal bir konuda isabetli analizleri sonucunda mağlup eden durum; Gâzi Paşa'nın bir fâninin kapasitesini fazlasıyla aşan işlere imza atmış olmasıdır. 

  Batman'i ele alın. Gotham'ı korumak ve gözetmek için yaşar, lakin senaryonun bir yerinde MUTLAKA koruyup gözettiği, kahramanı olduğu toplum tarafından düşman olarak görülür. Ya da  Sherlock'un BBC versiyonunda, bir halk figürü haline gelen o dahi kahraman hakkında gazeteler "dahi değil, insanüstü değil, üçkağıtmış yaptığı her şey" dediğinde toplumun buna inanmaya ne kadar eğilimli, istekli hatta ihtiyaç halinde olduğunu ele alın. Superman, Spiderman... hepsi. Herhangi bir süper kahraman hikayesinde, fânilerin süper kahramana düşman kesilme eğilimini düşünün... Ey adını tarihin her sayfasına uzak Asya'dan Avrupa'nın göbeğine koşturduğu atların tozu dumanıyla yazan Türk Milleti! Bir Hollywood klasiğine yenildin. 

 İnsanın kendisinden fazla olanı mümkünse elemek, değilse reddetmek için ilkel bir eğilim-istek hatta ihtiyaç duyduğu psikanalizini batılı senaristler yapabiliyorsa, batılı 
istihbarat örgütleri bünyesinde misyonerlerin, toplum bilimi uzmanlarının, psikologların neler yapabileceğini siz düşünün. Düşünmeyin, camdan dışarı bakın. Çünkü senaryonun kahramanı taşladığımız sayfasındayız. 

 Size 80 milyon insanın kaderinin, sadece bir (1), herhangi bir insanın ilkel psikolojik temellerini anlayarak nasıl belirlenebildiğini anlatmaya, aşağıda vereceğim 3 farklı "tehlike çanı cümle kümesi" ile başlıyorum.

Tehlike Çanları 3
"okumuş atatürkçü kesim." 
"okumuş chpli kesim." 

Tehlike Çanları 2 
"iman gücüyle kazandı-kazandık-yaptı-yaptık" 
"gökten inen sarıklı ordu" 

Tehlike Çanları 1 

"komutan olarak elbette severim."
"ülkeyi Atatürk tek başına mı kurtardı?" 
"atatürk'ü elbette seviyorum, büyük bir komutandı ama savaşı tek başına kazanmadı."
 

 Yukarıda, onlarca yıldır Türkiye topraklarında kurulan fevkalade masumane birkaç cümle görmektesiniz. Bu cümleler, "Atatürk ingiliz ajanıydı." ve varyasyonları bu ülkede işitilmeye başlamadan önce sık sık duyulan cümlelerdi. Bu cümlelerin psikanalizini yapabilecek 1 (bir) tane dãhi (dehaya sahip, üstün zekadan mustarip) toplum bilimcimiz olsaydı, bugün Vahdettin'in hain değil kahraman olduğu gibi komik bile olmayan cümleleri düsturu bilen bir kalabalıkla karşı karşıya olmazdık. 

Tehlike Çanları 3

 CHP'nin günümüzde form, tüzük ve saf değiştirmiş oluşundan bağımsız olarak; bu iki cümleyi geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinden beridir sık sık işittik. 

 Okumuş bir insanın tanımı ne olabilir? Öğrenip öğrendiğini sergileyerek belli başlı sertifikalara ulaşmış birey. Bu bireylerin her birinin potansiyel hikayesi nedir? Kendi benliği-kişiliği, çevresinde olan veya çok uzaklarda olup bitmiş bir çok olay hakkında fikir ve bilgi birikimi sahibi olma, tüm bu olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurabilmiş olma, öğrenci olduğu yıllarda hayatın getirebileceği, bir gencin yaşlandığında anabileceği ve yaşadığı sırada kişiliğini oluşturan tecrübeler yaşamış olma... 

 Abartılacak bir şey yok; ortalama, normal, olması gereken, bir "kendini bir nebze gerçekleştirebilmiş" insan hikayesi. Bu bölümün psikanalizimle ilgisi, bu psikanalizin çalışması ve doğru bir "misyonerlik" çalışmasıyla empoze edilebilmesi için, hedef alınan kitlenin "kendisini gerçekleştirememiş" olması gerekliliğidir. Yani bu yukarıdaki paragrafta yer alan tanım ya da potansiyel hikayeden mahrum olan, bunlara sahip olmayan insanları etkilemiş ve etkilemeye devam ediyor olmasının nedeni budur. 

 "Bir erkek düşünün..." ile başlayan paragrafı tekrar okumanızı tavsiye ederim. O paragrafta düşündüğümüz erkek ile, Atatürk ile yukarıda tanımladığımız ortalama, olması gereken, kendini bir nebze gerçekleştirebilmiş insan arasındaki farkı düşünün. Uçurum mu? Hoş. Şimdi gelin bir de bu kriterleri karşılamayan insanlarla arasındaki farkı düşünelim... Olay burada başlıyor Yüce Türk Milleti. 

 Tehlike Çanları 2&1 

 Gâzi Paşa, fâni kapasiteyi aştığı için kaybetti demiştik. Perdeyi şu soruyla açalım;
 Bir fâninin kapasitesini gayet aşacak şekilde, çeyrek ton ağırlığındaki top mermisini kaldırıp topun ağzına sürebilen Seyit Onbaşı'yı seven bir neo-osmanlıcı, bir fâninin kapasitesini bir çok alanda aşan Gâzi Paşa'yı neden sevmez? 

 
Çünkü bize "seyit onbaşı, gülleyi duygusal ve hormonal bir patlamayla, yüksek adrenalinle kaldırmıştır." denmedi. Bize; "Seyit Onbaşı, gülleyi iman gücü ile kaldırdı." dendi. Bu cümle, Seyit Onbaşı'nın fâni bedenini denklemden çıkarıp, Alemlerin Rabbi'nin kararını denkleme sokar. Dolayısıyla kendisini minimal düzeyde bile gerçekleştirememiş olan kahvehane bireyi, Seyit Onbaşı ile kendisi arasında bir uçurum hissetmez, o primal rekabetçi güdü devreye girmez. İnanıyorum şu an "Gâzi'yi amerikalı toplum bilimciler yenmiştir." iddiamı nasıl destekleyeceğimi bir nebze anlamışsınızdır. 

 Yine bu düzlemde, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri'ni ele alalım. 

 Daha önce neo-osmanlıcılarla ya da siyasal islamcılarla ilgili "Türkiye'yi kim kurtardı? Türk milleti. İstanbul'u kim fethetti? Fatih." diyerek alay edildiğini duymuşsunuzdur. Sadece alay edip bırakmak yerine derinine inmeliydik Yüce Türk Milleti. 
 
 Konstantiniyye'yi Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin fethettiğini "kendini bir nebze gerçekleştirebilmiş" her birey bilirken, İstanbul'u Gâzi Paşa Hazretleri'nin kurtardığını kendini gerçekleştirememiş birey bilmez. 
 
 E peki kendini gerçekleştirememiş, sosyal medya tabiriyle "çomar" olan birey, kendisiyle Gâzi Paşa ile arasındaki o uçurumu hissedip, gayet primal olarak Gâzi'nin varlığını ve niteliklerini paramparça etme güdüsüyle dolarken, aynı kıskançlığı neden II. Mehmet'e karşı hissetmez? 

 
Çünkü aslında, bir neo-osmanlıcı veya siyasal islamcı için, Atatürk'ten yüzlerce yıl önce Atatürk olan Fatih Sultan Mehmet Han'ın pek bir esprisi yoktur. Çünkü konstantiniyye'nin fethi, Hz. Muhammed tarafından müjdelenmiştir. Evet! Seyid Onbaşı'na karşı neden "daha az" olmanın kıskançlığıyla nefret duymuyorsa, II. Mehmet'e de duymaz. Rahatlıkla "Fatih fethetti." der. Çünkü Fatih'in nitelikleri, stratejik dehası, harp doktrinine kazandırdıkları, Alemlerin Rabbi'nin yegane elçisi Hz. Muhammed'in bu durumun yaşanacağını berlitmesi üzerine büyüsünü kaybetmiştir.

 Gülleyi nasıl iman gücü kaldırdıysa, Konstantinniye de surda gedik açılınca-kale düşünce değil, II. Mehmet çocukluğunda kelime-i şehadet getirdiğinde fethedilmiştir. Kendini gerçekleştirememiş o kahvehane bireyinde, fâniliğin sınırlarını kat be kat aşan Fatih Sultan Mehmet'ten "daha az" olmanın harekete geçireceği o ilkel dürtü, asıl marifet fâni-erkek-insan ya da birey olmayan Allah'ta olduğu için harekete geçmez. 

 Bu bağlamda tek etken elbette yalnızca ilahi güçlerin konuya dahil olması değildir. "Üç cihana hükmeden Osmanlı" derken, birden fazla lider anıldığı için o primal çirkeflik yine tetiklenmez. Tehlike Çanları 1 bölümünde "tek başına mı? tek başına değil!" diretmesi bu yüzden önemli.

 Aynı denklem üzerinde, parlamenter sistemi değiştirip CB hükumet sistemine geçene kadar iktidarın yegane yüzü başbakanken, şu anda cumhurbaşkanı ile aynı anda içişleri bakanı gibi ikincil "karizmatik, hatrı sayılır, ön planda" isimlerin olmasının nedeni budur. 

 Bölüm 2: "Daha Fazla" Olmayan Bir Lider 
 
bu adamlar gerçekten sanatçı! 

 Kendini gerçekleştirememiş, kimliği ve hayatını oluşturacak tecrübeleri edinmemiş/yaşamamış, sanattan-felsefeden-tarihten-biyolojiden-sosyolojiden-psikolojiden-fizikten-edebiyattan... zerre anlamayan, kelimenin tam anlamıyla alt tabaka bir insan kümesi.

 Önce bu kitleyi, kelimenin tam anlamıyla insanüstü işler yapan adama karşı hissettiği alakasızlığı, aşağı kalmayı, yetersizliği kullanarak o adama düşman ettik. Şimdi ne yapalım?
 Bu kitleye hiç eksik ya da aşağı hissetmeyeceği, bu kitleden bir gram fazlası olmayan bir siyasi figür verelim. Jargonu, bilgi birikimi, niteliği tam bu kitleye denk olsun. Bir niteliği, mesleği, sanatı, ayırt edici özelliği, uzmanlık alanı olmasın. 

 Adam "ben fâniyim!" diye bağırsın. "Bir hata yaptım, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'da, Türk mühimmatıyla Türk Özel Harekat Daire Başkanlığı'nı vurup 42 Özel Harekat unsurunu şehit ettiler... öncesinde de kozmik oda, ergenekon, aydınların öldürülmesi, kahraman Türk subaylarını zindanlara kapatmak, ordu ve hükumeti adım adım tesl..."  

 "Ben bunlara yol açtım, sizin verdiğiniz oyla. Lakin kandırıldım, aldandım. Ben de insanım." dediğinde bu kitle ne der biliyor musunuz? "İnsan beşer, kuldur şaşar." 


Bölüm 3: Komplo Teorisi Fetişizmi 
gerçekten sanatçı...

 Atatürk'e karşı nefret oluşturmak, batının dehaları için sizce marifet mi? Üzerine bir de aynı psikolojik açığı kullanarak Bölüm 2'yi sağlamak, marifet mi? O halde gelin daha büyük bir marifeti konuşalım; öbür tarafta Fatih'in eline geçse, dedesi tarafından paramparça edilecek hain Vahdettin'i neo-osmanlıcılar tarafından kahraman ilan ettirmek!  

 Ne demiştik? "Daha az" olmanın psikolojisini kaldıramayabilir insanoğlu. Dolayısıyla şunu da diyebiliriz, "Daha fazla" olmaya karşı bir istek duyar. 
 
 Neden-sonuç ilişkisi kurmayı, yanılmıyorsam 0-4 yaş aralığında falan öğreniyor olmamız gerekiyor insanlar olarak. Caddeye koşarak fırlarsam (neden) araba çarpabilir (sonuç). Camdan atlarsam(neden) yere düşerim (sonuç). Burası bence 0-4 yaşa hitap etmeli. Yine bence; yere düştüğünde veya araba çarptığında yaşayacağın fiziksel tahribatı da 8 yaşından önce öğrenebilmek lazım gelir. 

 Peki; Vahdettin, Osmanlı Hükumeti olarak onayladığı sevr'e göre Türk topraklarına dahil olmayan başkent İstanbul'da, İngiliz donanması ve İngiliz subaylarının koynunda çayını yudumluyor, istiklali için savaşacak Türk subayları ve Türk milletini hain ilan ediyordu (neden), Türk tarihinin gördüğü en büyük haindi (sonuç). Bu neden sonuç ilişkisini kuramayacak kapasitedeki birey, yani 0-4 yaş aralığında insan beyninin ulaştığı mertebeyi es geçmiş olan bu birey, kendini nasıl "daha fazla" hissedebilir? Aydınlanmış olarak elbette! 

 "Teşkilattan ihsan söyledi, büyük oyun dönüyor." 
 "Lozan'ın GİZLİ belgeleri" 
 "... aslında ...ya çalışıyorMUŞ." 
 "bunların arkasında ... diye GİZLİ bir örgüt var."

  Aydınlanmış olmak hissiyatı, boş bir zihne işte böyle yüklenir. Silinmez harflerle, tüm gözlerin önünde yazılan tarih yalandır, 8 milyar insan hiçbir halt bilmemektedir. Yalnızca bu şahsın bildiği çok gizli bir bilgi vardır. Sevr'i onaylayan Vahdettin değildir, onun fikri hiç alınmamıştır. Onaylasın diye işkenceye uğramıştır? Aslında Atatürk'ü Vahdettin görevlendirmiştir? Türk Milleti, İstiklâl Harbi'ni bir de İstanbul Hükumeti'ne karşı vermemiştir? Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde bulunduğu diplomatik fiyasko halinin nedeni Osmanlı'nın geri geliyor olmasıdır? Dünya bunu durdurmak için üzerimize oyunlar oynuyordur? 

 Bu komplo teorisi fetişi, benim gözlemimde aslında orta amerikada, "redneck" ya da "cahil beyazlar" olarak anılan amerika halkında da çok fazla görülen bir durum. Toplumdaki diğer beyazlar için "cahil beyazlar" olarak anılıyorsunuz ve komplo teorisi fetişiniz var. Toplumdaki diğer insanlar tarafından "çomar" olarak anılıyorsunuz ve komplo teorisi fetişiniz var. Çünkü toplumdaki diğer'lerden daha az olmayı kaldıramazsınız, siz onların akıl sır dahi erdiremeyeceği bir aydınlanmışlığa, gizli bir bilgi seline sahipsiniz. Çünkü her primat "daha fazla" olmak ister. 

  Bir Çağrı:
  Bu vatana, aklın fikrin yoluna düşman oldukları için değil, insan oldukları için böyleler. Bugün memleketin hali; en başında bu psikolojik savaşı fark edecek dikkatli bir göz, bir toplum bilimci, bir psikolog, bir bilen çıkmadığı için böyle. Bu yazıyı kaleme almanın başıma bir şey getirip getirmeyeceğini dahi bilmiyorum lakin bir çağrım var. Ülkede gerçekten "ben vatanseverim" diyen bir politikacı varsa, ona bir çağrım var. Gelin bir şekilde bu insanlara bunu anlatalım. Nasıl, neden hipnoz edildiklerini anlatalım. Z kuşağı'na aynı çağrıyı yapmak isterdim, lakin z kuşağı; o uçsuz entelektüel yetersizlikleri, cahillikleri, sadece muhalif olmanın verdiği "aydın olma" illüzyonuyla "yurt dışına kapağı atma" söylemiyle meşgul. Tabii böyle bir ortamda-ülkede yetişen kimseden nitelik hazinesi olmasını beklemediğimi belirtmek isterim, lakin benim gözlemim bu. 

 Kapanış 
 Bulunduğu her "çoklu" ya da "sosyal" ortamda bir takım şeyleri gözlemleme, tecrübe etme talihsizliğini yaşamış bir insan olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: tevazu'nun mucidi "daha" olanlardır. Tarihin herhangi bir gününde, içerisinde bulunduğu insan topluluğundan daha zeki veya daha güçlü olan biri, bu topluluktaki zeka, güç ya da başka bir kritik nitelik konusunda daha düşük kapasiteye sahip diğer unsurlar tarafından ilk fırsatta kuyusu kazılmasın, ayağı kaydırılmaya çalışılmasın diye tevazu kavramını icat etmiştir. Doğal seleksiyon, bazen adaptasyon gerektirir. 

 İşte bu ahval ve şerait içinde dahi Türk Milletine esenlikler ve daha umutlu yarınlar diler, okuduğunuz için teşekkür ederim.