en çirkin küfürleri ettiğim toprağa bastığımda yüzümü
omurgama en ağır mühimmatları kabul ettiğimde
fevkalade çekilmişken kirinden pasından yaşamanın
bir saksafon ezgisi gibi okşadın ruhumu
ev, canının canıma değdiği yerdir.
gülümsediğin her saniye doğrudur
ağzından aldığım her nefes adil.
sabah saçlarını kokladıysam sevgilim
senin ellerin kahvaltımızı var ederken
saçlarını kokladıysam
o sabah içimi ağaçlar basar
toprağımı gümüş rengi çiçekler örter
dolunay, gece için gökyüzünü rezerve eder
bir piyano yanağımı okşar
“ondan gayrısı renksiz” diye uyarır.
gece rüyamda ata bineriz
seni uzaklara gönderirim bazen
bir uçurtma parçalanır ardında
uzun uzadıya sürer kepaze günler
hiç konuşmaksızın ağıtlar yakarım
dehşetli gri renginde hasretlerle boğuşurum
aklımı, sıcaklığına kaybederim
zaman, kapının dışında bekler
sevda teninden tenime koşar
bacakların bir planör olur
sırat köprüsünü uçarak geçerim
tanrı buna çok bozulur
bir mızıka sıkıntıyla sızlanır
“üfleyerek ye” diye uyarır
gece rüyamda rakı içeriz
evden çıkarız
eve döneriz
evden çıkmak, evden çıkmaktır ama
eve dönmek eve girmek değildir
en güzel parçalarımız bizi bekler içeride
tenlerin ısısı, sevdanın şimşeği hep asılıdır havada
tüm şarkılara kahır atmosferini yakıştırırken
hem aya hem güneşe yalnızca öfke duyduğumda
ölüme benzemeyen her aynaya bozukken ben
annem gibi fısıldadın yaşamı gözlerimden içeri
senin kokun kadar dehşetli bir film çekemez yönetmen
gözlerin kadar ihtişamlı binalar dikemez müteahhit
sarhoş yüreğimle büyük savaşlar veriyorum
her muharebeyi koynuna kaybediyorum
aklımı koynundan alamıyorum
dudaklarının melodisini yakalayabilecek bir mozart tanımıyorum
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder