he
16 Ağustos 2014 Cumartesi
Sokak lambasının şahitliğinde
40 derece yüksek ateşle boğuşuyordum, fakat bunun sigarasız kaldığım gerçeğiyle alakası yoktu. Çeşitli deniz canlıları geçiyordu kafamdan. Çok yalnızdım ve düşünmeye değer hiçbir şey yoktu. Yoktu. Gecenin ortalarındaydım ve acıkmıştım. Hayat berbat geliyordu, bu bana hep 'hayat güzel olabilir mi?' düşüncesini dayatır. Şu an berbat olan hayat, hızlı ve şanslı dakikaların ardından güzel olabilir miydi? Sevdiğim kadının şehrime gelmesine az kalmıştı. Mutluluk neydi benim için? Belli oranda sağlıklı olmak, en sevdiğim viskiyi yudumlarken, istediğim kadının kollarında istediğim şarkıyı söylemek benim mutluluğum muydu? Hayatın en parlak dakikalarında içime dolan gece karanlığı, damarlarımda dolaşan bir lanet olmalıydı. Mutluluğun içindeki hüznü görüyordum. Dinlendirilen zihnin örtmeye çalıştığı yorgun kanatları görüyordum. Yollar çok uzundu ve yürürken kendi adımlarımdan daha anlamlı adımlar görüyordum. Yine de ağırlıklı olarak kendi adımlarımı izliyordum. İlerlediğini fark etmenin soğuk tepkimesine alışmıştım. Gördüğüm yüzlerde, başka insanlara ait bir şeyler vardı hep. Kadınların gülüşlerinde onları yaralayan adamlar vardı. Bazen doğru yerde olduğumu hissediyordum. Bazen, sabahları doğru kadının hayaliyle uyandığımı, şehrime doğru yağmurların yağdığını, sigaramı doğru kadının yaktığını hissediyordum. Saçlarımı toplayıp balkona çıktım. Balkonda ilgimi çeken bir şey yoktu, balkondan baktığım yer şehrin geri kalanıydı fakat bulunduğum yer balkondu. Hayat genelde böyledir. Sokağa çıktığımda rastladığım insanlar iki çeşitti. Kendi gerçekliklerinde kaybolanlar, ve başkalarının gerçekliğini yansıtmaya çalışan kuklalar. Dinlediğim şarkılar, içtiğim içkiler, sevdiğim kadın, gözlerime yansıyan gece... Her şey belli bir önemin içinde yüzüyordu ve önemsizdi. Bir hücrenin yapısı gibiydi. Sessiz gecenin mat uğultusuna sinmişti şehir. Ben de şehre katıldım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder