Bir parça kuru ekmeğe baktım ve içim hüzünle doldu. Geçen hafta pazartesi, 8'e on kala, yolda bir çocuk görmüştüm, içim yine hüzünle dolmuştu. Beni eve götürmeleri için martılara, tüm odamı sarmaşıklarla kaplamaları için ağaçlara yalvardım. Sıkı içerim, bu akşam içmeyeceğim. Bazen alkolden biraz uzak kalarak hayatın hala ayık kafayla çekilebilme ihtimali olup olmadığını yokluyorum. Ekonomik tasarruf olmakla birlikte, gri renkte bir zaman kaybı. Soğuk suya sağ elimi daldırdım. Kapı çaldı. Sol elimi de daldırdım. Kapı bir daha çalmadı. Beni duyup duyamadığını merak ediyorum beni bu noktaya itenlerin. Bir bar taburesinde oturan kadın için hüzünlendim akşam. Kim bilir ne derdi vardı. Biriyle mi yoksa yalnız mı yatacaktı birkaç saat sonra? İçmemek konusundaki kararım değişti. Johnnie Red'imle beraber yere uzandım. Sıkı bir yudum aldım. Ağzımda karşıladım, önce damağıma oturtup hoşgeldin dedim, yavaşça mideme doğru akıttım. Gözlerim doldu. Beni duymuyorlardı. Hayatta viski içmek kadar sevdiğim hiçbir şey yoktu. Çıkıp soğuk havada ruhumu teslim etmem gerekiyordu belki de. Gece 3:00 oldu, uyuyamadığımdan yürüyüşe çıktım. 3 kilometre kadar yürüdüm, soğuk ve bilinç kaybıyla, 3 kilometre, ve sonunda Ataköy'ün ördeklerine (eski dostlar) ulaştım. Bomboştu etraf. Bir bekçi vardı kafede. Bir polis arabası da arkadaydı. Köprüye oturdum, The Blower's Daughter'ı (damien rice) söylemeye başladım. Elimden bırakmamıştım şişeyi. Yol boyunca tek yudum almamıştım ama, elimden de bırakmamıştım. Şarkı söyledim, ağladım, sigara yaktım, viski bitti, binbir güçlükle toprağı kazdım ve şişeyi oraya gömdüm. Johnnie Walker-red label, burada yatıyor, iyi bir eş ve muhteşem bir anne, allah taksiratını affetsin. Gördünüz mü kültür karmaşası yaşadım.
Çok sarhoştum, etraf çok canlıydı, bir o kadar sessiz ve kırmızıydı. Sızmak istemedim. Bir sigara daha yakıp yürümeye başladım. Pazar kahvaltısını kaçıramazdım. Sendeleyerek, dönerek, dans ederek, söverek, zombi'leyerek, düşerek ve kalkarak yürümeye devam ettim. 3 kilometreyi kazasız belasız, darpsız ve tecavüzsüz geri teptikten sonra, evin kapısında durdum. Tap-maya çağıran bir dolunay vardı gökyüzünde. Gecenin tam içindeydi. Dolunayla birlikte gecenin içindeydim. Bir saat sonra o kaybolacak, ve güneş doğacaktı. Eve girdim ve adımımı attığım an bir saat geçti, sadece iki sinek vızırtısı duydum, bir saat geçti. Kahvaltı hazırlamadı kimse. ''keşke,'' diye düşündüm ''ördeklerde sızsaydım''. Akciğerlerim sıkışıyordu ve karaciğerimde ciddi bir sancı vardı. Odada unutulmuş bir mini etek gördüm, kimin olduğunu hatırlamaya çalıştım, kafamı camdan dışarı çıkardım, bir an için, ilk derin nefesi aldığım an için, çok güzel hissettim. Her şey olması gerektiği gibiydi bir an için, ki her zaman öyledir. Bir an için mutluydum. Sonra bir uğultu, camları titreten bir uğultu, gökyüzünden dünyaya hakim oldu, bir uçak geçiyor olabilirdi, bir düşüş sesi duydum, Nalan'ı düşündüm, sonra devasa bir ışığın bana doğru büyüdüğünü gördüm. ''Hepsi bu kadar''. Bitmişti. Bir bombayla hepimizin işi bitmişti. Ertesi gün, ruhum bir meksika akbabasının vücudunda uyandı. ''ördekler tercihimdi.'' dedim, kanat çırptım, yükseldim, kutsandım ve devam ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder