he
27 Haziran 2017 Salı
baykuş, "of ulan" dedi
zihnim avuçlarına dolsun sevgilim
güzel şiiri siler gibi sil kendini
bir kez olsun gökyüzüne bakayım iki gözümle
bir kez olsun yaşam dolsun iki gözüme
bir kez olsun şakaklarım hafiflesin
zihnim avuçlarına dolsun sevgilim
beni ezer gibi ez sevdamı
kanlar boşansın yağmurla karışık
kanlarla ıslansın saçlar
kan dolsun gecelere ve geçmişe
zihnim avuçlarına dolsun sevgilim
yalnız kadeh gibi parçala varlığımı
bir yanda hiç olsun umutlar
bir yanda hayaller yere kapaklansın
bir yanda en güzel çiçekleri solsun dünyamın
zihnim avuçlarına dolsun sevgilim
ıslak kirpikleri hisset bir kez olsun
ve kimsesizlik bir hapishane kalsın koca duvarlarıyla
ve günler üzerime yağsın kurşunlar gibi
ve dudaklarım boynunu değil hep toprağı bulsun
zihnim avuçlarına dolsun sevgilim
allahını şaşır geceler boyu
benim gibi yarım bil hayatı
benim gibi yit
benim gibi küllere karış
zihnim avuçlarına dolsun sevgilim
bilme bir daha başka sevda
sever gibi bir çiçeği koptuğu yerden
sever gibi bir yanlışı korkmadan
sever gibi bir namluyu son nefesinde
8 Haziran 2017 Perşembe
geçmiş, gelecek, bedel ödemek, yakut gözler ve hissizlik için bir ağıt
devrilen bira şişesinin önünde, saygıyla dikiliyordu baykuş. ılık rüzgarla süzüldü karga. tanrı güzel bir kadındı, ve bizi pencereden izliyordu. yeni söndürülmüş cigaranın zıvanası, hesap sorar gibi bakıyordu gözlerime. kaybettiğim savaşların sonunda, içime gömdüğüm çocuk kahkahalarım, inadım, sevgim, sabrım,,,,,, yitip gitmişti.
şimdi bir bela arıyorum, içine atlamak için. avuçlarımda ağırlığını hissediyorum kaybettiğim her damla umudun şimdi. peşimde bir ordu yok ama, içimden dışıma marş eden bir çok mitolojik hayvan var yine. kanımda dengesizlik dolaşıyor. gözleri yakut gibi parlayan, güzel bir kadına adamak için bir ağıt yazıyorum. kimsenin haberi yok içimdeki depremlerden. göçük altında kalan, umut dolu hislerimden de haberleri yok. bilmiyorlar birkaç şişe içkiye tutunarak ayağa kalkmaktan yorulduğumu. hastalıklı düşüncelerim olduğunu söyleyenler oldu. yanlış düşünüyorlar. ben, baştan aşağı ben, hastalıklı bir düşünceyim.
yorgun göz kapaklarımda isyan, siyah gömleğimin üzerinde cigara külü var. paramın son kuruşuna değil de, kanımın son damlasına kadar sarhoş olmak istiyorum. göz gözü görmüyor beynimin kasvetli koridorlarında. yaz yağmuru ıslatıyor nefretimi, nefretim yumuşuyor. sakince, sabırlı, delirmeksizin bir bardak votka içiyorum. üzerimde bir baskı var, çünkü bir sonraki bardağı yalnız içmek istemiyorum. zaman kimse için beklemiyor ve kimse için kırılmıyor, kimsesizlik yalnızca kaybedenler için yaratılan bir yanılsama. yitirilen akıl sağlığı gibi. her gün yeniden değişecek bu acılar. her gün farklı bir formda çıkacaklar karşımıza. çünkü güzelim, biz bu dünyaya ait değiliz.
küfürler uçuşuyor rüzgarda ve piyano sesi, piyano sesi içinden geçiyor küfürlerin. ve şimdi o piyano, o da bu dünyaya ait değil. eğer bir dilek hakkım olsaydı, yakut gibi parlak bir evrenin içinde, bir piyanoyla kaybolmak isterdim.
insanlar bunu yapar. bilmedikleri tatlardan, özgür kuşlardan, güzel gözlerden ve gece saatlerinden nefret ederler. neyse ki bir insan değil, yalnızca hastalıklı bir düşünceyim. kutsal bir rüyanın ortasında, serçe gibi titreyerek uyandığım geceler, sabaha kadar içtiğim o geceler, ve piyano, gitar, saz çalıp ağıt yaktığım geceler, sabahına uyanmak istemediğim geceler gibi, bir dalgakıranda denizin sesini dinlemek gibi, özgür olmak gibi kollarında rüzgarın,,,,,, saniyeleri sorguya çekmek gibi bir his bu içimden dışıma taşan.
saygıyla devam ediyorduk kumar oynamaya hayatla. sabahları, bazen akşamları, bazen geceleri işlere gidiyor, elimizde kalan zaman parçalarında ise mutlu olmayı düşlüyorduk. çünkü, biz, ait olmadığımız bu dünyaya hapsedildiğimizden beri, dolu bir banka hesabından daha fazla değer verdik güzel hislere. seni bir dansa davet ediyorum şimdi...
altı gün uykusuz kaldıktan sonra ağlarcasına türkü söyleyen adam, o adamın uykusuzluğun sebebi olan kabuslar, gecelerini daraltan, saniyelerini kısırlaştıran, kendisini kaybedişinde büyük rol oynayan yalnızlık, buz tutan günler, soğuk bir bakışla gelen yitmişlik hissi, yutkunamamak düşlerken huzuru, severken bir insanı tereddüt etmek, ilerlemeksizin sürünmek, olumsuz yanlarından öpmek hayatı, melankolinin acı yüzünü öpmek, geçmeyen dakikalar için ağlamak, bir motorun üzerinde, rüzgarın içinden geçerken tanrının kollarında bulmak kendini, bir şişe şarapla birlikte denize açılmak, hatıralarını bir tarlaya ekip yetişen acıları budamak, sönmeye yüz tutmuş gözlerden kaçmak, sarılmak sevdiklerine bu kaosun göbeğinde, derdini anlatmaktan peltekleşmek, yitirilen ve özlenen her şeyi anmak, hayallerinden vurulmak, orospusu olmak vicdansız dünyanın, içilen tüm içkiyi kusmak suretiyle yeniden doğmak, belinden tutmak sevgiliyi, öpmek belki gecelerce, yanan tütünün feryadı ve ayağa kalkıp yola devam etmek için! bu, boynu bükük düşünceler için! dans etmeliyiz, bu ait olmadığımız dünyada!
nadir bulunan bir huzur var senleyken,
en dip'lerde kaybolurken,
tutunmak istediğim huzur.
şimdi bir bela arıyorum, içine atlamak için. avuçlarımda ağırlığını hissediyorum kaybettiğim her damla umudun şimdi. peşimde bir ordu yok ama, içimden dışıma marş eden bir çok mitolojik hayvan var yine. kanımda dengesizlik dolaşıyor. gözleri yakut gibi parlayan, güzel bir kadına adamak için bir ağıt yazıyorum. kimsenin haberi yok içimdeki depremlerden. göçük altında kalan, umut dolu hislerimden de haberleri yok. bilmiyorlar birkaç şişe içkiye tutunarak ayağa kalkmaktan yorulduğumu. hastalıklı düşüncelerim olduğunu söyleyenler oldu. yanlış düşünüyorlar. ben, baştan aşağı ben, hastalıklı bir düşünceyim.
yorgun göz kapaklarımda isyan, siyah gömleğimin üzerinde cigara külü var. paramın son kuruşuna değil de, kanımın son damlasına kadar sarhoş olmak istiyorum. göz gözü görmüyor beynimin kasvetli koridorlarında. yaz yağmuru ıslatıyor nefretimi, nefretim yumuşuyor. sakince, sabırlı, delirmeksizin bir bardak votka içiyorum. üzerimde bir baskı var, çünkü bir sonraki bardağı yalnız içmek istemiyorum. zaman kimse için beklemiyor ve kimse için kırılmıyor, kimsesizlik yalnızca kaybedenler için yaratılan bir yanılsama. yitirilen akıl sağlığı gibi. her gün yeniden değişecek bu acılar. her gün farklı bir formda çıkacaklar karşımıza. çünkü güzelim, biz bu dünyaya ait değiliz.
küfürler uçuşuyor rüzgarda ve piyano sesi, piyano sesi içinden geçiyor küfürlerin. ve şimdi o piyano, o da bu dünyaya ait değil. eğer bir dilek hakkım olsaydı, yakut gibi parlak bir evrenin içinde, bir piyanoyla kaybolmak isterdim.
insanlar bunu yapar. bilmedikleri tatlardan, özgür kuşlardan, güzel gözlerden ve gece saatlerinden nefret ederler. neyse ki bir insan değil, yalnızca hastalıklı bir düşünceyim. kutsal bir rüyanın ortasında, serçe gibi titreyerek uyandığım geceler, sabaha kadar içtiğim o geceler, ve piyano, gitar, saz çalıp ağıt yaktığım geceler, sabahına uyanmak istemediğim geceler gibi, bir dalgakıranda denizin sesini dinlemek gibi, özgür olmak gibi kollarında rüzgarın,,,,,, saniyeleri sorguya çekmek gibi bir his bu içimden dışıma taşan.
saygıyla devam ediyorduk kumar oynamaya hayatla. sabahları, bazen akşamları, bazen geceleri işlere gidiyor, elimizde kalan zaman parçalarında ise mutlu olmayı düşlüyorduk. çünkü, biz, ait olmadığımız bu dünyaya hapsedildiğimizden beri, dolu bir banka hesabından daha fazla değer verdik güzel hislere. seni bir dansa davet ediyorum şimdi...
altı gün uykusuz kaldıktan sonra ağlarcasına türkü söyleyen adam, o adamın uykusuzluğun sebebi olan kabuslar, gecelerini daraltan, saniyelerini kısırlaştıran, kendisini kaybedişinde büyük rol oynayan yalnızlık, buz tutan günler, soğuk bir bakışla gelen yitmişlik hissi, yutkunamamak düşlerken huzuru, severken bir insanı tereddüt etmek, ilerlemeksizin sürünmek, olumsuz yanlarından öpmek hayatı, melankolinin acı yüzünü öpmek, geçmeyen dakikalar için ağlamak, bir motorun üzerinde, rüzgarın içinden geçerken tanrının kollarında bulmak kendini, bir şişe şarapla birlikte denize açılmak, hatıralarını bir tarlaya ekip yetişen acıları budamak, sönmeye yüz tutmuş gözlerden kaçmak, sarılmak sevdiklerine bu kaosun göbeğinde, derdini anlatmaktan peltekleşmek, yitirilen ve özlenen her şeyi anmak, hayallerinden vurulmak, orospusu olmak vicdansız dünyanın, içilen tüm içkiyi kusmak suretiyle yeniden doğmak, belinden tutmak sevgiliyi, öpmek belki gecelerce, yanan tütünün feryadı ve ayağa kalkıp yola devam etmek için! bu, boynu bükük düşünceler için! dans etmeliyiz, bu ait olmadığımız dünyada!
nadir bulunan bir huzur var senleyken,
en dip'lerde kaybolurken,
tutunmak istediğim huzur.
4 Haziran 2017 Pazar
bugün sen yoksun
buğulu bir camın ardında yaşanırken sevdalar
kuş gibi titrerken içi bizlerin
dokunabilmek için sırtına
parmaklara sahip olmak büyük bir erdem
günahlarımız kadar güzel saatler
gözlerim sana baktıkça parlak
bugün sen yoksun
şimdi ben kimseyim yine
yollar var uzun uzun
martısı bol olan sahillerden geçen
anason kokulu masalardan geçen
sana çıkan
sözler soğuk bu haziran
zihinler soğuk
dudakların olmasa
içim ölü gibi soğuk
ömür başladı bittiği yerden
zeytin dallarında bir pazar günü
zor geliyor şimdi ağlamak
yalnız olmak mavi göğün altında
bir kurşun gibi şakağımda dünler
bir türkü gibi yeşil yarınlar
kankırmızı güller var şimdi
ve sen kokuyor yaşam
senin yerin hala sıcak
gitmemişsin gibi saat beş olunca
son kez öpmemişsin gibi kapıdan çıkarken
kalbin hala avcumda titriyor
gemi su alıyor
ben boğulacağım
bir yirmi dört saat ellerin olmadan
özlem için fazla bile
beni korumasın tanrı
yanmak istiyorum küllerime değin
korkmuyorum artık hiç
yeter ki ellerinden akan türkü bitmesin
yeter ki dinleyeyim atışını kalbinin
vermesin ne renk ne zevk bu hayat
yiterek sevmek istiyorum seni
ve eriyerek ölmek sıcağında nefesinin
zeytin dallarında bir pazar günü
zor geliyor şimdi ağlamak
yalnız olmak mavi göğün altında
bir kurşun gibi şakağımda dünler
bir türkü gibi yeşil yarınlar
kankırmızı güller var şimdi
ve sen kokuyor yaşam
senin yerin hala sıcak
gitmemişsin gibi saat beş olunca
son kez öpmemişsin gibi kapıdan çıkarken
kalbin hala avcumda titriyor
gemi su alıyor
ben boğulacağım
bir yirmi dört saat ellerin olmadan
özlem için fazla bile
beni korumasın tanrı
yanmak istiyorum küllerime değin
korkmuyorum artık hiç
yeter ki ellerinden akan türkü bitmesin
yeter ki dinleyeyim atışını kalbinin
vermesin ne renk ne zevk bu hayat
yiterek sevmek istiyorum seni
ve eriyerek ölmek sıcağında nefesinin
3 Haziran 2017 Cumartesi
yaz yağmurları ve türküler için
21. yüzyılın yüzlerimize ve içimize işleyen, ağır, huzur vermesi teklif dahi edilemeyen havası, ve avuçlarımızda bıraktığı trajikomedi için bir ağıt yakmak istiyorum.
ağaçların çiçeklendiği şu günlerde -ki her yıl olur, Selda Bağcan türkülerinde aradığımız, yana yakıla aradığımız, sigara üzerine sigara söndürülen kül tablalarında bile aradığımız o huzur için, gözlerimi tavana çakmış bulunmaktayım. değerlendirmek gerekiyor bu mevsimi, uykunun gideremediği, sabrın bile yetersiz kaldığı acılar var sonuçta. merak edenler için, hala ayaktayız ve güçlüyüz.
varoşlarda yiten bir çok şeye benzer düzenimizi yitirişimiz. aklımızı yitiriş hikayemiz ise bambaşka. bombaların altında günlerimiz, serin rüzgar yüzümüzde, ve her şeye rağmen seviyoruz bir çok şeyi. gördüğümüz, duyduğumuz, olağan varlığımızla hissettiğimiz bir çok şeyi. kısa yaz yağmurlarında yıkanan bir hayalim var şimdi elimde. konu, mevzu, mesele bundan ibaret.
trajikomedi demiştim, elimizde avcumuzda kalan şey bu işte! yorgun gözlerinizden, bir o kadar harcanmış zihinlerinizden bir ricam var. insanların sağlıklı yaşama ve intihara aynı anda ilgi duyuşlarını biraz düşününün, değerlendirin. biz deliyiz, onu geçelim, en akıllı uslu olanlar bile bu iki uçurumun ortasında. tüm varlığımızla yaşamak istiyor, tüm yokluğumuzla da ölüme ihtiyaç duyuyoruz. şerit burada kopuyor. yokluk, eksiklik, yitmişlik acısı damarlarda gezerken, Nazım Hikmet'in umudu gibi bir umut kaplıyor zihnimizi. inanın, inanın bizler, sizler, kimseler bilmiyor bu işin sonunun nereye varacağını.
ellerini merak etmek bir insanın, bir insanın ellerini tutmayı merak etmek, caddelerde sarhoş gezmek, göz kapaklarının ağırlığı, küçük yanılsamalar, halüsinatif sancılar, sıcak bir gün-ortasında, bir yudum almak serin bir sıvıdan, tutunmak dallara, yükselmek, karşı koymak-----üzerimize yağan o buruk yağmuru öpercesine derin bir nefes almak ıslanmış toprak kokusundan ve, ve aramaktan yorgun düşerken sabrını yitirmek.
şakaklarım zonkluyor yine, yine ağlayan bir çocuk sesi, bir ayakkabının topuk sesiyle karışıp süzülüyor beynimin koridorlarında. bir kapıyı ağzına kadar aralıyor tanrı, kırsalda bir geyik avlanıyor, ölümün saniyelik hüznü akıyor bir gözümden, ne olduğunu algılayamadan duygusallaşıyor, panikliyor, masadan düşüp paramparça olan bir kadeh gibi dağılıyorum.
dağıldıktan sonra toparlanmak her zaman zordur. dağılmadan da toparlanmak mümkündür çünkü. uç'lara aşık olan baykuşlar için mümkün olmasa da, sade bir yaşam süren sincaplar için mümkündür.
tanrının gözü üzerimdeyken bir cinayet işleyebilirim. tanrının gözü üzerimdeyken birini sevebilirim. tanrının gözü üzerimdeyken yavaşça bırakabilirim kendimi kaosun kollarına, ve tanrının gözü yorulana dek orada kalabilirim.
bir yolculuk var önümüzde, zamansız, kontrolsüz ve riskli bir yolculuk. hepimiz için böyle bu. ölüm arka cebimizde ve kalbimizde fidanlar yeşeriyor. sıcacık duyguları yaşama umuduyla soğuk geceleri atlatıyoruz. soğuk geceleri, bileklerimizi kesmeksizin, şakaklarımızı bir mermiyle dağıtmaksızın atlatıyoruz. birkaç şişe şarapla tutunuyoruz yine dallarına güzel olan her şeyin.
rüzgar sinirlendi bana,
güzel kadın uzaklara daldı.
kırıldı sazı rüzgarın,
allahı serildi yerlere.
sigaranın külü kutsaldı,
kimsesizliğimiz de öyle.
ağaçların çiçeklendiği şu günlerde -ki her yıl olur, Selda Bağcan türkülerinde aradığımız, yana yakıla aradığımız, sigara üzerine sigara söndürülen kül tablalarında bile aradığımız o huzur için, gözlerimi tavana çakmış bulunmaktayım. değerlendirmek gerekiyor bu mevsimi, uykunun gideremediği, sabrın bile yetersiz kaldığı acılar var sonuçta. merak edenler için, hala ayaktayız ve güçlüyüz.
varoşlarda yiten bir çok şeye benzer düzenimizi yitirişimiz. aklımızı yitiriş hikayemiz ise bambaşka. bombaların altında günlerimiz, serin rüzgar yüzümüzde, ve her şeye rağmen seviyoruz bir çok şeyi. gördüğümüz, duyduğumuz, olağan varlığımızla hissettiğimiz bir çok şeyi. kısa yaz yağmurlarında yıkanan bir hayalim var şimdi elimde. konu, mevzu, mesele bundan ibaret.
trajikomedi demiştim, elimizde avcumuzda kalan şey bu işte! yorgun gözlerinizden, bir o kadar harcanmış zihinlerinizden bir ricam var. insanların sağlıklı yaşama ve intihara aynı anda ilgi duyuşlarını biraz düşününün, değerlendirin. biz deliyiz, onu geçelim, en akıllı uslu olanlar bile bu iki uçurumun ortasında. tüm varlığımızla yaşamak istiyor, tüm yokluğumuzla da ölüme ihtiyaç duyuyoruz. şerit burada kopuyor. yokluk, eksiklik, yitmişlik acısı damarlarda gezerken, Nazım Hikmet'in umudu gibi bir umut kaplıyor zihnimizi. inanın, inanın bizler, sizler, kimseler bilmiyor bu işin sonunun nereye varacağını.
ellerini merak etmek bir insanın, bir insanın ellerini tutmayı merak etmek, caddelerde sarhoş gezmek, göz kapaklarının ağırlığı, küçük yanılsamalar, halüsinatif sancılar, sıcak bir gün-ortasında, bir yudum almak serin bir sıvıdan, tutunmak dallara, yükselmek, karşı koymak-----üzerimize yağan o buruk yağmuru öpercesine derin bir nefes almak ıslanmış toprak kokusundan ve, ve aramaktan yorgun düşerken sabrını yitirmek.
şakaklarım zonkluyor yine, yine ağlayan bir çocuk sesi, bir ayakkabının topuk sesiyle karışıp süzülüyor beynimin koridorlarında. bir kapıyı ağzına kadar aralıyor tanrı, kırsalda bir geyik avlanıyor, ölümün saniyelik hüznü akıyor bir gözümden, ne olduğunu algılayamadan duygusallaşıyor, panikliyor, masadan düşüp paramparça olan bir kadeh gibi dağılıyorum.
dağıldıktan sonra toparlanmak her zaman zordur. dağılmadan da toparlanmak mümkündür çünkü. uç'lara aşık olan baykuşlar için mümkün olmasa da, sade bir yaşam süren sincaplar için mümkündür.
tanrının gözü üzerimdeyken bir cinayet işleyebilirim. tanrının gözü üzerimdeyken birini sevebilirim. tanrının gözü üzerimdeyken yavaşça bırakabilirim kendimi kaosun kollarına, ve tanrının gözü yorulana dek orada kalabilirim.
bir yolculuk var önümüzde, zamansız, kontrolsüz ve riskli bir yolculuk. hepimiz için böyle bu. ölüm arka cebimizde ve kalbimizde fidanlar yeşeriyor. sıcacık duyguları yaşama umuduyla soğuk geceleri atlatıyoruz. soğuk geceleri, bileklerimizi kesmeksizin, şakaklarımızı bir mermiyle dağıtmaksızın atlatıyoruz. birkaç şişe şarapla tutunuyoruz yine dallarına güzel olan her şeyin.
rüzgar sinirlendi bana,
güzel kadın uzaklara daldı.
kırıldı sazı rüzgarın,
allahı serildi yerlere.
sigaranın külü kutsaldı,
kimsesizliğimiz de öyle.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)