21. yüzyılın yüzlerimize ve içimize işleyen, ağır, huzur vermesi teklif dahi edilemeyen havası, ve avuçlarımızda bıraktığı trajikomedi için bir ağıt yakmak istiyorum.
ağaçların çiçeklendiği şu günlerde -ki her yıl olur, Selda Bağcan türkülerinde aradığımız, yana yakıla aradığımız, sigara üzerine sigara söndürülen kül tablalarında bile aradığımız o huzur için, gözlerimi tavana çakmış bulunmaktayım. değerlendirmek gerekiyor bu mevsimi, uykunun gideremediği, sabrın bile yetersiz kaldığı acılar var sonuçta. merak edenler için, hala ayaktayız ve güçlüyüz.
varoşlarda yiten bir çok şeye benzer düzenimizi yitirişimiz. aklımızı yitiriş hikayemiz ise bambaşka. bombaların altında günlerimiz, serin rüzgar yüzümüzde, ve her şeye rağmen seviyoruz bir çok şeyi. gördüğümüz, duyduğumuz, olağan varlığımızla hissettiğimiz bir çok şeyi. kısa yaz yağmurlarında yıkanan bir hayalim var şimdi elimde. konu, mevzu, mesele bundan ibaret.
trajikomedi demiştim, elimizde avcumuzda kalan şey bu işte! yorgun gözlerinizden, bir o kadar harcanmış zihinlerinizden bir ricam var. insanların sağlıklı yaşama ve intihara aynı anda ilgi duyuşlarını biraz düşününün, değerlendirin. biz deliyiz, onu geçelim, en akıllı uslu olanlar bile bu iki uçurumun ortasında. tüm varlığımızla yaşamak istiyor, tüm yokluğumuzla da ölüme ihtiyaç duyuyoruz. şerit burada kopuyor. yokluk, eksiklik, yitmişlik acısı damarlarda gezerken, Nazım Hikmet'in umudu gibi bir umut kaplıyor zihnimizi. inanın, inanın bizler, sizler, kimseler bilmiyor bu işin sonunun nereye varacağını.
ellerini merak etmek bir insanın, bir insanın ellerini tutmayı merak etmek, caddelerde sarhoş gezmek, göz kapaklarının ağırlığı, küçük yanılsamalar, halüsinatif sancılar, sıcak bir gün-ortasında, bir yudum almak serin bir sıvıdan, tutunmak dallara, yükselmek, karşı koymak-----üzerimize yağan o buruk yağmuru öpercesine derin bir nefes almak ıslanmış toprak kokusundan ve, ve aramaktan yorgun düşerken sabrını yitirmek.
şakaklarım zonkluyor yine, yine ağlayan bir çocuk sesi, bir ayakkabının topuk sesiyle karışıp süzülüyor beynimin koridorlarında. bir kapıyı ağzına kadar aralıyor tanrı, kırsalda bir geyik avlanıyor, ölümün saniyelik hüznü akıyor bir gözümden, ne olduğunu algılayamadan duygusallaşıyor, panikliyor, masadan düşüp paramparça olan bir kadeh gibi dağılıyorum.
dağıldıktan sonra toparlanmak her zaman zordur. dağılmadan da toparlanmak mümkündür çünkü. uç'lara aşık olan baykuşlar için mümkün olmasa da, sade bir yaşam süren sincaplar için mümkündür.
tanrının gözü üzerimdeyken bir cinayet işleyebilirim. tanrının gözü üzerimdeyken birini sevebilirim. tanrının gözü üzerimdeyken yavaşça bırakabilirim kendimi kaosun kollarına, ve tanrının gözü yorulana dek orada kalabilirim.
bir yolculuk var önümüzde, zamansız, kontrolsüz ve riskli bir yolculuk. hepimiz için böyle bu. ölüm arka cebimizde ve kalbimizde fidanlar yeşeriyor. sıcacık duyguları yaşama umuduyla soğuk geceleri atlatıyoruz. soğuk geceleri, bileklerimizi kesmeksizin, şakaklarımızı bir mermiyle dağıtmaksızın atlatıyoruz. birkaç şişe şarapla tutunuyoruz yine dallarına güzel olan her şeyin.
rüzgar sinirlendi bana,
güzel kadın uzaklara daldı.
kırıldı sazı rüzgarın,
allahı serildi yerlere.
sigaranın külü kutsaldı,
kimsesizliğimiz de öyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder