he

3 Ekim 2020 Cumartesi

müren



cennet uyandı bir yerde, yatağından kalktı
cennet orada uyandı, gönlümün toprağı burada kayıyor 
cennet nasıl güzel uyanır biliyorum 
cennete uyanmayı her tenimle istiyorum

benim birkaç benim öldü
son kalan sana tutunuyor
beni bırakırsan hayatım daha iyiye gider, söz veriyorum
sakın beni bırakma seni çok seviyorum

küçükken revolverlarım olsun isterdim
şimdi bindokuzyüzonbirim var

rakıyı nasıl bıraktınız?
her insan her insanın kimsesidir
ben siz olsam rakıyı bırakamazdım
hayat biraz tuhaftır, takdir edersiniz
vedder, müren, okan dinlersiniz
yanmadan ölürseniz kendinize ayıbedersiniz

ikinci mehmet de yaşasa tom waits dinlerdi
sokakları büken melekler vardır
çıkmaz sokaklara gerçek ağıtlar yakılır
bazı binalar yıkılırsa bazı sokaklardan çıkılır

gülüyorsun, değil mi tanrım?
sen şımarık herifin tekisin 

ona şah damarından daha yakınsın 
ahirette sorduğunda bana sen, 
"kişisel bir şey değil..." deyip anlatmaya başlayacağım 
cevabımı beğenmezsen kişiselleşecek
belki bir namus cinayetine kurban gidersin tanrım 
korkmuyor musun?

ahirette kendi gazinoların var, değil mi 
zeki müren dinliyorsun...
ben de sevdalıyım tanrım, bencilliğin lüzumu yok 
bırak burada da duyulsun

4 Ağustos 2020 Salı

en az iki ismi olması gereken şiir


henüz kalktığımız akşam yemeğinin lezzeti okunuyor ellerinden
parmak uçlarım en güzel kıvrımlarını seviyor 
burnumdan içeri koşuyorsun, bu saadeti tanıyorum 
bana karışıyorsun daha önce sözünü ettiğin yerden
ve teninin sıcağında kırık kemiklerim iyileşiyor 

bana karışıyorsun;
hasrete boyadığımız pencereleri bahardan bozma günlere açıyoruz.
kara günlerini yıkıyoruz ömrümüzün 
zor gecelerini dinleniyoruz
yalnız uykularını düzeltiyoruz 

gözlerimle süzüyorum, kocaman kadınsın 
tenimle değiyorum, ufacık bebek
kafa derinden başlayan bir serüven var, saçların 
sardığı yeri öpen bir çift dudak, ellerin 
öptüğü yeri saran bir çift el, dudakların
kalbimdeki ateş nefesinin rüzgarı, 
bileğimdeki nabız artçılıdır koynunda olmanın

sana şefkat duymak kendime de şefkat duymaktır,
birbirimize benziyorsak kendimi de seviyorum

tırmandığımız her yokuşun başında dudaklarını öpüyorum
geride kalan hiçbir yokuşu unutamıyorum
hepsi yoruyor çıkıyorum 
boynundan ağzına giden yokuşa ismimi bırakıyorum

ve sevda diyarını arşınlarken
hiçbir şeye bakmak için duruyorum
atımı herhangi bir ağaca bağlıyorum 
en yakın su birikintisinde yüzümü yıkıyorum 
döndüğümde atımı ölü, ağacı yaşlı buluyorum

ilk sen doğursan ne koyardın adıma
ya da annem öldürür müydü beni?

sana bir ben dolusu sevda verdim 
ölüm kadar kaçınılmaz, yaşam kadar tesadüfi ellerle 
tesadüfi, kararlı ellerle
bir ben dolusu sevda;
doğmuş, büyümüş ve yalanı hiç tanımamış 
pencerem parçalandı
kadehim parçalandı 
gözlerim parçalandı
çatlaklarından keder de sızmıyor
sarışın çocuklar var ettik 
sarışın çocuklar parçalandı 
yalanlar yekpare 
düşlerim paramparça
sana bir ben dolusu sevda verdim
geriye bir sen kadarı kaldı

hem iyi hem şair yaşadım seni
bugün her şiirim öncekinden kötü 

bugün sevdiğim hiçbir şeye inancım
bugün bir şeye inanmak ihtimali...
kadehlerin gölgeleri örtmüyor sancıları
bugün sadece 
inanacak hiçbir şeyim olmadığına inanıyorum

kapılmak, yaşarmanın yarısıdır 
insan insanın pek az şeyi 
erirken tüm ormanları bir gezegenin 
kulaklarından kopardığım binlerce sesim var 





















4 Mayıs 2020 Pazartesi

rakı beyazı vaha şiiri


her saç dökülmeye uzar, biliyorum tanrım 
her tanrı kendi kulunun muhalifidir, anlıyorum
hayatta kalmanın beş para etmediği gecemi ellerine almışsın 
yaşamanın lüksünü karşılayamıyorum
başımı okşayan sevgili gibi yağmurlar yağdırıyorsun şehre 
ansızın yağdırıyorsun
ansızın rakı içiyorum
çok düşüncelisin tanrım, öpüyorum

bu gecem de senin ellerinde tanrım
senin ellerinde, başkalarının ellerinde 
senin ellerin sonsuz kazanlar gibi
tutsan 783km² toprağı tutarsın 
tutarsın, kaldırırsın, başka bir yere koyarsın 
bir şeylerle sen oynarsın, bir şeyleri sen seçersin 
canları sen alır nehirleri sen kurutursun 
bu kadar şatafatın dahi lüzumu yokken;
sen ona şah damarından daha yakınsın 

yüzüne bakan silahın tetiği ezilirken 
zamanın isimsiz dansı; horozun vuruşuyla biter, değil mi tanrım?
öleceğine inansan da ölürsün, inanmasan da 
ama inanmazsan, biraz daha cesur bakmaz mısın namlunun ağzına? 
maktuller gider tanrım, katiller kalır 
korkmadan ölen maktul, katilde iz bırakır

her hayal kırılmaya kurulur, biliyorum tanrım 
her kul kendi tanrısının muhalifidir, anlıyorum
benim için ne planın varsa unut 
insanların insanlar tarafından insanlar için yönetildiği sistemlerimiz var 
yerküreye bakıp alay ediyorsun 
insanların kendilerine egemenliğini hiç yakıştıramıyorsun tanrım
kitleler halinde özgür olan, güya yüce insanların 
birey birey fısıldıyorsun kulaklarına 
"mutlaka ziyandasın." 

onun güne uyanışlarını
geceye yatışlarını özlüyorum, versene tanrım
ağzından çıkardığı parmaklarını öpmek istiyorum, bir durağı daha var önce
ellerime layık beline sıcağımı üflüyorum düşümde 
susuz bir adam oluyorum tanrım
çölsüz bir coğrafyada yana yakıla vaha arıyorum 
o vahanın en büyük ağacı olmak istiyorum, öyle palmiye falan da değil 
uzun uzun yaprak dökmek istiyorum hiç kurumadan
bak, içinin hayaliyle dışında artıyorum
neyi sevecek olsam, önce onu bir kez daha seviyorum

onun gözlerine yaratırken hiç mi bakmadın tanrım? 
baksan ilk sen severdin
ve kusura bakma ama, sen zevksiz bi adamsın
yerinde olsam meryemi seçeceğime iki bin yirmi yıl daha beklerdim

diyafram nefesiyle görkemli bir metafor inşa ediyorum 
içinde kimse yaşamıyor

gece bitti, gökler gün diyor  

gücümün yetmediği düşmanlar seçiyorum
kendimi onun elleriyle uyutmak istiyorum 
omzumu yanağıyla ısıtmaktır elbet cennet 
loş ışıkta üzerine terlemeyi düşlüyorum

bu soluk gri gecelerim
sonsuz arzularım, özlemlerim 
aradıklarım, var ettiklerim, sevdiklerim 
ışıltısına tüm kalbimle yenildiklerim...
hayat, elinde olandan fazlası değildir 
ben de değilim tanrım

senin bu kirli hesapların 
sonsuz cezaların, ödüllerin 
tuttukların, sıktıkların, gömdüklerin 
ömürlerine hep gölge indirdiklerin...
varlığı inanmaktan geçen şeyler; yoktur 
sen de yoksun tanrım

11 Nisan 2020 Cumartesi

sevda hatıratı 1


en çirkin küfürleri ettiğim toprağa bastığımda yüzümü omurgama en ağır mühimmatları kabul ettiğimde fevkalade çekilmişken kirinden pasından yaşamanın bir saksafon ezgisi gibi okşadın ruhumu ev, canının canıma değdiği yerdir. gülümsediğin her saniye doğrudur ağzından aldığım her nefes adil. sabah saçlarını kokladıysam sevgilim senin ellerin kahvaltımızı var ederken saçlarını kokladıysam o sabah içimi ağaçlar basar toprağımı gümüş rengi çiçekler örter dolunay, gece için gökyüzünü rezerve eder bir piyano yanağımı okşar “ondan gayrısı renksiz” diye uyarır. gece rüyamda ata bineriz seni uzaklara gönderirim bazen bir uçurtma parçalanır ardında uzun uzadıya sürer kepaze günler hiç konuşmaksızın ağıtlar yakarım dehşetli gri renginde hasretlerle boğuşurum aklımı, sıcaklığına kaybederim zaman, kapının dışında bekler sevda teninden tenime koşar bacakların bir planör olur sırat köprüsünü uçarak geçerim tanrı buna çok bozulur bir mızıka sıkıntıyla sızlanır “üfleyerek ye” diye uyarır gece rüyamda rakı içeriz evden çıkarız eve döneriz evden çıkmak, evden çıkmaktır ama eve dönmek eve girmek değildir en güzel parçalarımız bizi bekler içeride tenlerin ısısı, sevdanın şimşeği hep asılıdır havada tüm şarkılara kahır atmosferini yakıştırırken hem aya hem güneşe yalnızca öfke duyduğumda ölüme benzemeyen her aynaya bozukken ben annem gibi fısıldadın yaşamı gözlerimden içeri senin kokun kadar dehşetli bir film çekemez yönetmen gözlerin kadar ihtişamlı binalar dikemez müteahhit sarhoş yüreğimle büyük savaşlar veriyorum her muharebeyi koynuna kaybediyorum aklımı koynundan alamıyorum dudaklarının melodisini yakalayabilecek bir mozart tanımıyorum

katlime ferman


bir haftadır dolunay görmüyoruz

kedilerden ve tanrılardan diliyorum seni
bazen gecemiz çok güzel olur sevgilim 
ardından tuzlu ve ıslak bir barut alev alır
bir şair tüm iç organlarından vurulur. 

loş ışıklı odalarda soğuk gölgeler olur 

dokunmak için eksik, danışmak için bilge gölgeler.
lavdan bozma bir nefes oturduğunda gırtlağına
bu geceden sağ çıkamayacağını anlatırsın onlara 
şapkalarını düzeltir, bastonlarını üç kez yere vururlar
mantık ülkesinin rasyonel fısıltılarını işitirsin

birçok gecenin son gecen olduğunu düşünürsün

biri hariç hepsinde yanılırsın
biri hariç hepsinde,
sabaha kavuştuğunda iki büklüm
pencereden süzülen soğuk hava, yanıldığının haberini getirir.

şarap kadehleri geceleri kararır

otis redding güzel bir aromadır

aşk tuhaf yerlerde yetişen, eksantrik isimli bir bitkidir 

tuvaletlerde, balkonlarda, bagajlarda ya da saraylarda 
sessiz, huzurlu ve dinlendirici kumsal manzaralarında
serbest düşümlü bombaların ıslığının duyulduğu, duvarın demirin ve hayatın 
toza dönüştüğü şehirlerde
hatta belki bir piyanonun ayaklarında 

kontrolü elimizden alan şeylerden korkarız

etobur bitkiler sinekleri cezbeden bir koku salgılarlar
kontrolü yitirmemek hayatta kalmak, sürüklenmek yaşamaktır. 

sözlerinin göğsümde yol açtığı tahribattan sağ çıkıyorum.

kalbinin aidiyeti belki kazanamayacağım bir piyangodur, olsun.
daha acısı şu sevgilim;
beni yitirme diye zihnimi acıtıyorum 
ufak bir odada, oda kadar rakıya boğmamak için seni 
açtığın yaralar beni senden uzaklaştırmasın diye…
bu her şeyden önce bir patoloji 
ardından ürkünç 
ve sen çok güzelsin. 

anadolu düşmandan temizlenir

güneş balçıkla sıvanır
clapton türkü söyler
tabutlar yumuşar 
ihtimalsizlikler ihtimal mertebesine yükselir
bir gün bir kayıkla aya doğru kürek çekeriz
ama sevgilim, 
topuklu ayakkabılarına konuşuyorum bu dizeleri
yirminci tekrardan sonra anladılar;
terazinin seni taşıyan tarafı, 
hiçbir ağırlık birimi kusura bakmasın 
asla yükselmez.

bir adama bir sigara ağır gelebilir

bir soru cevapsız kalabilir
zaman değişken, huzur kalıcı, acı yakıcı olabilir
yeterince sankinse insan 
kendine her şeyi açıklayabilir

sabah seni ayak sesinden nasıl tanıdığımı açıklayamıyorum.

5 Nisan 2020 Pazar

yapraklarını sevmek şiiri


tutun indirin ceketleri sandalye kellelerine
siz ne yapıyordunuz, siz
birçok balık ölüsü sarartmışken gününüzü
bu bir an yanmalarınız, beyler, sevmeleriniz
güzelliğe sürüklenmeleriniz
güzeli güzelliğinden bezdirmeleriniz...
gözlerinizde mantıksız amatörler görüyorum
hepinizle gurur duyuyor ve hepinize güçlü sövüyorum
yeni doğmuş bir çiçeğe ailesi adını koydu
bir akrep solumdan sağıma geçiyor
bir kubbeden diğerine country söylüyorum

onun dudakları nadide klasikler
boynu da plakçaların en güzel çığlığı, bildik
o beliyle bacakları, üffletmeli jazz, bariz
yatmaları yatağa ah, ah tarifsiz
gözlerinin uyanışı güne, bakın titredi kalbiniz
biriniz meraklısı oluyor, biriniz şüphelisi
biriniz bozuyor kafayı belalısı oluyor, biriniz çok konuşuyor
biriniz haddinden güzel bakıyor, biriniz korkuyor
biriniz delisi, biriniz köpeği
tutun ki ben aşığıyım,
sevgilisi hanginiz?

siz teşrif etmeden evvel masaya, sayın benler bakınız
o zeminsiz gözleri her kalbimi ısıttı
şu tüten burnunuzda, hepinizin
kokusu ormanlarıma yağdı bakın, nasıl yeşerdim
yalnız şimdi dikkat ediyorum, hepinizin gömleği aynı kırışık
ama birinizin ağzı daha buğulu hayırdır inşallah

hadi, buyurun kadehlere, ateşe verin cıgaraları
biriniz gülümseyecek göğe ama hepiniz değil
biriniz jimmy page, electric guitar olsun canınız sıkılır
birinizin gözleri doluyor, üfleyerek yiyin
alnından öpmeyi düşlüyor biriniz, gürültüsü buraya kadar geliyor
gırtlağından akıyor zihniniz, itfaiyeyi göreve davet ediniz 
biriniz yüzünün düştüğünü, kaşlarının çatıldığını düşünüp kahır seçiyor
her şeyini bilmek isteyen hanginiz?

sağ baştan özlüyorsunuz, en çok ben
almak istiyorsunuz onu, tutmak koynunuzda müebbet
hep arttırmak beyler, hiç eksiltmemek!

bir evdesiniz o orada değil
evinizde olsaydınız da izleseydiniz onun bir şeyleri güzel edişini, değil mi
kadehler dolduruşunu, sözler üfleyişini, tenler yakışını
bir şeyler doğrayıp tavalara atmalarını
kızınızı kucaklayıp sevmelerini
bulut gibi gülümsüyorsunuz, nasıl ısınıyorsunuz
rüyasının rengiyle ışıl ışıl olmuş içiniz

gökleriniz, gürültünüz ve sürüyle engeller
zaten bir an bile düşünmeyin beyler;
kalmamak uslu hiç, hep delice sevmeler!

soluğu bir an kesilse aklınız gidiyor, ceylansınız
gücünüzün çözeceği bir şey oluyor, aslansınız
atılan her adımın jürisi onun huzuru, sevginiz
kendi etiniz zihniniz önem arz etmiyor, ah sevginiz
hadi şu endişelerinizi doldurun bardaklara
mümkünse fondipleyiniz
onun size sevgisi sizin her şeyiniz

çekiyor bazen geri, siz yerinizde misiniz?
delikanlı gibi, gözlerindeki parıltı olmak istemez misiniz?
and olsun beyler, onun nefesi sönen güneşleri adam eder
country'yi ben söylüyorum, biriniz karşı kubbeye geçiniz

günlerini boğan şeyleri muhakkak yenersiniz
biriniz canını yakan ne varsa boğuşur
biriniz onun aklına sarılır delirmesin diye
içindeki çocuğa geceleri dondurmalar yedirir biriniz, ne şanslı
bir uçtan bir uca kaplamak istiyorsunuz kalbini
zihnine çıplak bir taht kurmak, çelikten
boynuna toplansın hisleriniz, tüm damarlarını gezsin istiyorsunuz
biriniz ziraatle ilgili çok önemli bir şey söylüyor ama dinlemeyin
doya doya anlaşmak isteyen hanginiz?

buyurun o halde, beyler, hepiniz güzelsiniz
onu sevdikçe çok güzelsiniz
duvara kondurduğunuz yumrukları kendiniz yeseniz sevinirdiniz, delisiniz
doğrudan doğruya toza sormazsanız, cevapları beğenmezsiniz
tamam uzatmayalım tüm dolunaylar cennetinizde, hemfikiriz

bi heybetlenin bakalım, şöyle dikeltin belinizi
ağzına bir öpücük yapıştırın düşlerinizde
fondipleyin, haydi, sonra hep birlikte çağlayın;
 -canından bezmelere alışmasın
  daimi dileğimdir;
  arsenikle karışmasın!

















24 Mart 2020 Salı

Ah.


dağları dövüyorlar göğsümde taşikardi ellerinin var ettiği herhangi bir mezeyi uluyor duvarlar yaralarım var öpüyorum biri senin açtığın, diğeri senden ayrı kalmanın senin açtığını iki kez öpüyorum adını bilmediğim kuşlar fısıldıyorum, çalışmıyor sen güvercin desen... ak düşüyor tüm yüz kıllarıma kalkıp daha resmi giyiniyorum bakırköyden beşiktaşa sular boylanıyor sular boyu talihime küfrediyorum bir daha saramazsam diye ürküyorum sular uzayıp gidiyor, türküler bağırıyorum şimdi masama otursam başka bir masayı düşlerim düşlerim kızarır bozarır bir şarkı etime yapışmış tadını biliyorum seni asker selamıyla yollara bırakmak tadı çamura bulanmış üflemeli çalgıların kararlı orkestrası ağzından çıkardığım, camlarda tuttuğum ölümler aptal olmaya çok sık yelteniyorum bir şeyleri fondiplemeden duramıyorum mesela bedenim yoruluyor öfke kalmıyor öfke, hareket edemiyorum zıt renkler arası bir merdiven arıyorum sevdanın ısısını en çok nerede hissettim onu düşlüyorum
nereni öperken ısınıyordu göz çukurlarım nerenden tutarken kalbim ata biniyordu saat kaçta izlerken yüzünü eksik tüm ibadetlerim tamam geliyordu karşılıklı ne kadar içersek sırat kalınlaşıyor
ağzından neyi duysam ma'at tüyü ağırlaşıyordu? bence pek düşlemiyorsun sevdaya dönüşmelerimizi belki iyi yapıyorsun bütün şairlerin mezar taşlarında farklı bir şey yazıyor takip edemiyorum hepsini topladığımda tek dize görüyorum "ömür biçmeye korkmadığın sevda, ölür" birinciliği Ahmet Hamdi'den alamıyorum. seni hep daha güzel biliyorum seni hep daha yorgun seviyorum dördümüzden birinin öleceği romanları yakmayı görev biliyorum tüm felaket haberlerini bir kadehe doldurup içiyorum elini göğümden çek tanrı seni değil sevgilim zincirlerini öldürmek istiyorum mantığı zihinlerden sil tanrı enteresan vatanlar için seve seve ölen adem kokladığı, içtiği, ısındığı cenneti nasıl indirir şakaklarından? sana sorsam kaybettik toza sorsam sen kana sorsam kırmızı kırmızı masa yağmurda kalıyor şairane ıslanıyor dünya kaçılması gereken bir kafestir, kabul ama kara sevdam; cennette ölen herkes pişman ölür poligonlara mermi dağıtımına ara verildi haberin var mı allahım her nefis ölümü tadacaktır biliyorum allahım sen şeyi biliyor musun peki bazı nefisler öncesinde de hep damağında bir namlu düşlüyor? seni de anlıyorum yerin ve göğün yaşlı efendisi kafayı kırınca şeytana dönüşen ilahi ve manevi kodaman ben çıkardım o çiviyi dünyadan diyorsun öyle huzurlu kahvaltılar gibi aşklara yer yok tamamlanan aşıklara griden kırmızıya koşan gecelere mavi doğan sabah güneşlerine şerefsiz yaradanın şerefli bir meleği geliyor çatkapı misafir değil eşkiya geliş saati soruyor, "şimdi seni benden kim korusun?" kompakt bir tabanca kuşanmadığıma üzülüyorum bildiğim en sarsıcı mühimmatla cevap veriyorum "ece gülümseyince ecel mühürlenir" tek dileğim var, ya onun ya benim ellerimde namlunu başka hikayelere çevir allahım