he

22 Aralık 2014 Pazartesi

güneş bir daha eskisi gibi doğmadı

 Hiçbir şeyin parlamadığı, sönük bir gün daha. Dün de böyleydi. Akşam dolunay vardı yine de. Ben bilmiyorum. Bir haftadır yataktan çıkmadım. Gece uyurken bir nefes sesi duyuyorum. Kendiminki değil, tanıdık ve sıcak. Erotizm, müzik ve bir şiiri taşıyan uykulu bir soluk alma sesi. Solmuş bir soluk alış. Olduğu gibi incittiğim, acılar yüklediğim bir kadın soluğu. Aşık olduğum kadının soluğu. Duyduğum bir sürü ses var ve herkes gaipten geldiğine inanıyor. Gaipten gelen sadece benim, kendi küçük dünyamda gerçek olmayan benim. Çağıran bir şeyler var beni hep odamda kalmaya. Odama aitim. İnsanlardan korkuyorum. Tiksiniyorum belki. Bugün değilse yarın öleceğim. Odamda ölmeliyim. Son kez el sallamalıyım duvarlara.
  Duvarlar. Sırdaşlarım, dostlarım, azraillerim. Belki de tüm insanlar azrailim. Belki de içim acıyacak bugün yine. İçim acıyınca bir gemi güvertesi düşlerim. Özgürlüğün ve esirliğin aynı vücutta toplanmış haliyim, zıtlıkların fahişesiyim. Baykuşların en çirkiniyim. Yolların en çıkmazıyım. Gemi güvertesi. Gemi güvertesi düşlüyorum. Kendimi bu düşe kaptırabiliyorum bazen. Bazen gemi güvertesini sevdiğim şeylerle doldurup öyle düşlüyorum. Nedense bir umut da doluyor içime. Sokayım umuda. Hiçbir şeyin değişeceği yok. Hiçbir şey. Türkçe ne güzel bir dil. Yalnızlık ne kadar güzel bir terapi. Delilik ne güzel bir haz. Bir gün bitecek her şey, ve o güne kadar tüm sorunlarıyla hayatı taşımak zorundayız. Delirtildim ve itildim. Önce delirtilip sonra itildim. Her şeyi hak ettiğimi düşünmemi istediler. İstediklerini başardılar ve güneş bir daha eskisi gibi doğmadı.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Onlar, bunlar, şunlar, yeşiller

  Bir ağaç biçiminde kestiler hayatımı düz bir kağıt parçasından. Yaşıyorsam, bu yüzdendir. O kız çok güzeldi. Şu kız da güzel ama o kız kadar değil. Kahvaltıda Güneş yoktu. Karanlıktı sabahın ilk saatleri. Bu akan şey kan. Bu yanan da sigara. Dolap bira dolu. Kahvaltıdan kalktım, ceketimi giyip kapının önüne çıktım, kedilere ve temizlik görevlilerine günaydın dedim, sigara yaktım. Şu caddeyle sokağın birleşimindeki de bir ağaç. Bana benziyor, sokakta yalnız ve başka ağaç yok çevrede. Evet, arabaların gürültüsünü duyuyorum. Ağacın yanına gittim ve sırtımı ağaca yasladım. Kendimi terk ettim, ağacın gövdesinde yeni bir yaşama tutundum. Ağacı dinledim. Hiç konuşmadım ben, ağaç geveze sayılırdı ama bilgece konuşuyordu. Bu kapıdan çıkan kız benim karşı pencereden gördüğüm kız. Güzel değil ama idare eder. Şu kız daha güzel zaten. O kız da şu kızdan daha güzel. O kız hepsinden güzeldi.
 
  İki bina ileride bir yeşillik var, orada da iki ağaç var. Şurada da bakkal var. Çıkmışken caddeye inip işe, okula giden insanların tedirgin ve katledilmeye yüz tutmuş surat ifadelerini görmek istedim. Ağaca geçici bir süre için veda ettim, yanımdan geçen kadının çıplakken nasıl görüneceğini hayal ettim ve caddeye indim. Şuradaki bir sokak müzisyeni, bağlama çalıyor. Vazgeçilmez tekelim de şu karşıdaki. Bu caddede de hüzün var. İstanbuldayım hala, farkına varıyorum. Buz gibi soğuk bir yere oturup sokağı dinliyorum. 5 gün sonra odamdan ilk kez çıktım. Duyduğum her ses beynimde patlıyor. Rahatsız ve işkence altında hissediyorum. Hiç özlememişim insanları. Tutkuyla bağlıyım odama,-insanlardan- uzağa.

  Üç buçuk dakika sonra kalkıyorum, ve köşedeki ağaca doğru gidiyorum, aynı ağaç. Geri döndüğüme sevinmiş duruyor. Dökülmüş bir yaprağını alıp eve çıkıyorum. Anahtarı sokup itinayla çevirdikten sonra, sanki bir kadının içine girer gibi bir hazla eve giriyorum. Bir bira kapıp odama geçiyorum. Bak şurası benim odam. Günde yedi kez can verip, altı buçuk kez geri doğduğum yer. Hayatta olmak ve morg. Dünyanın tek ve en güzel canlılar morgu.  


fotoğraf:Kaan Çaydamlı

7 Kasım 2014 Cuma

içim çok, dışım bir

 Sadece seni istedim, sensizlik durumunda, mutlak surette rakı. Dünya benim yakamı bırakmıyor. İstemediğim her şeye boğuluyorum. Tam. Yarım. Bir çok. Zaman zaman. Yeterince. Boğuluyorum.

 Çoğu zaman yeterliydi odamda bulunan her şey. Odamda sürdürmek istiyordum hayatımı. Bunu düşlüyordum. İnsanlarla arama duvarlar örmeye ihtiyacım vardı. Eksik olan tek şey cesaretti bende, böyle adımlar cesaret isterdi. Sokak kedileriyle uykuya dalmak kadar şeffaf cennetlerde korkaklar bulunamaz. Tanınmadık yerlerde, tanımadığın insanlarla harcadım ömrümü. Özgürlüğün iki yolu vardır zaten. Yeni yerler, yeni insanlar, yeri ve insanları tanıdığın zaman kaçardın, sonra başka yer ve başka insanlar. İkinci yolu da, kendini dünyadan soyutlamak olmalı. Odanın lambasıyla yalnızlığı aydınlatmak mümkündür. Kapatarak, tabii ki.
fazlasıyla tek kişi bu lambalar. Karanlık bir oda, ya da aydınlık bir dış dünya. İkisinin bana hissettirdikleri pek farklı değil, ama dünyayı her zaman parlak tutamıyorsun. Günler her zaman ruhunu okşayan olayları arka arkaya sıralamıyor. Dünyanın kumarı var. Odalarda sadece kazanıyorum. Sürüklenen geceleri saymıyorum. Deliliğimi karşıma alıp, içimdeki 'ben'lerle yalnızlığa karışıyorum. Bir kadın, giderken mantığımı ve her şeye olan ilgimi yanında götürdü. Şimdi kürtajlar var. İçimden aldırmam gereken 'ben'ler var. İnsan, çeşit çeşit boklara alışıyor. Her duruma adapte olabiliyor. Orospu çocuğu ya, rol yapıyor işte. Sikerim, ben rol yapamam. Ben kendimden başkasını oynayamam. Bira şişelerinin gölgesindeki adamım ben, hiçim, beni kendi istediğiniz yolda ilerlemeye zorlayamazsınız. Beni usulüne uygun olarak kurban edin. Yaşatmayın gerekirse, ama öldürdüğünüz adam, olduğum kişi olsun. Olmadığım gibi yaşamaya yeğlerim bunu.
 
  Ben 65 yaşına haftalar önce girdim ruhen. Dengesiz bir insanım. Dünyanın kumarlarıyla büyüdüm. Kaybetmeyi de iyi öğrendim. Kazanmanın hazzını da bilirim. Parça parça yaşamanın yükünü de. Kontrolü kaybetmenin getirdiği sancıları da. Kendini kaybetmenin hiçliğini de. Boşluğu da. Hiçbir yere gitme özgürlük, hala hayattayım. Sözü Tanju Okan'a bırakın. Susmak her zaman kutsaldır. 

6 Kasım 2014 Perşembe

şarapla kaçmak, kalanlardan

ağza alınmayacak bir mevsim bu
düşmeye elverişli herkesi yapraklarla örten
ve tüm bu yollarda
hiç kimse olmadan da yürüyebileceğimi biliyorsun
ki cesarettir ışıksız yollarda, hayatlarda sürünmemizi sağlayan
cumartesi sabahları bilumum mitolojik yaratıklar yakama yapışıyor
geride bıraktığım tüm o yollarda
sürünürken bıraktığım kan ve salya izini takip ediyorlar
ve bir köşeye çekilip ölümü bekleme kararımı sabote ediyorlar gecenin ilk sancıları ve 
yardım çığlıklarında
hatıralardan takip edip buluyorlar beni ve her zaman hak ettiğim kadar hırpalanıyorum,
hırpalandığım gibi, gece üzerime kapanıyor
geceleri hayatıma dahil olan her şey üzerime kapanıyor
bir zamanlar tarifsiz mimari işçiliği olan bir harabe üzerime kapanırken
şarapla kaçıp kurtarıyorum kalan ömrümü
şarapla kaçıp kurtarıyorum kalan acıları, kalan inlemeleri, kalan karanlığı, ve belki de kalan parıltıları
acımasız bir gecenin burukluğundan ve çeşit çeşit çöl susuzluklarından
şarapla kaçıp kurtarıyorum beni ve bana dair her şeyi.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Anka kuşlarından birine sahibim, diğerleri özgürce gelip gidiyorlar.

kaybolmak için seçtiğim
en yanlış yerdeyim
gün doğumunu terk ettik seninle
ve seni, seninle birlikte terk ettik
ve şimdi senin bir parçanla boşluktayız
boşluk diyorum,
çok yanlış bir yer kaybolmak için
bir sürü insan var bugünlerde
odamın dışında yaşamaya alışmak zorundayım
ve dünyanın geri kalanı beni korkutuyor
odamın dışında yaşamaya katlanmak için
boşluğu içimde taşıyorum
ve bende kalan parçan omuzlarıma çöküyor
geçen pazartesi sandalyemin bir bacağı kırıldı
ve kahverengi bir anka kuşu satın aldım
'yeniden' doğma konusunda
kısa bir tartışmanın sonucunda anlaştık
kahverengi olduğu için sanırım
yeniden doğmayacağına söz verdi
geçen pazartesi,
bir anka kuşu
bana uyum sağlamak için
adam gibi ölmeyi kabul etti
yeniden doğuşu da reddetti
çünkü başka bir çaresi yoktu
o anka kuşunu satın aldım
benim kadar koyu renklerde yaşayıp
aynı tonlarda ölmeyi kabul etmek zorunda
ve Bob Dylan dinlememiş,
hiç dinlememiş
insanlarla geçiyor saatlerim
çünkü böyle gerekiyor,
ya da buna inanıyorum
çünkü tüm nehirler
doğru yöne akar
istediğin yöne olmasa da
doğru yöne
ve kahverengi bir nehir satın alacağım
istediğim yöne akması için
boşluğumu izleme izni vereceğim ona
eminim anka kuşuyla iyi geçinecektir
gri'ye kadar yolu var tüm bu içsel soykırımın
boşluk, gri kanla dolana kadar
yolu var.

16 Eylül 2014 Salı

Tanrının sessiz kalmasının bir nedeni var.

Geceye kulak vermeyi öğren.
Gece, sana bir türkü söylemeye çalışıyor olabilir
ya da bir melodi mırıldanıyordur
daha iyi ihtimalle, küfür bile ediyordur olabilir.
Ne diyorsa haklıdır gece.

Unutma ki; gece ve sanat arasında
tanrıya dayanan bir ilişki vardır.

Çoğu şey için sanat denebilir, fakat gerçek bir 'sanat eseri'nin üzerine konuşulmaz. 

Algılandığında insanı sessizliğe çağıran her şey sanat eseridir.
Çünkü sanat, hayatı geride bıraktığınız noktada başlar.
Tüm bu içten denklemin en sıcak noktasında, tanrının sanat eseridir gece.
..

23 Ağustos 2014 Cumartesi

gecelik

Sadece sabah uyandığımda,
bir de başkasıyla sevişirken özlüyorum seni.
Uyuşmanın kutsallığında kendimi kaybedip, aşkın ölümcül rüzgarlarını geride bırakıyorum sonra.
Değmeyeceğini biliyorum hiçbir şeyin yolda durup, zamanın ölümünü izlemeye.
Nefes aldığın sürece zaman, yol, azalmaya devam eder,
durmak cellatlıktır.
Durmak zamanın katlini izleyerek acıyı kendine bahane etmektir.
Şarap tıpalarında, sentetiklerde ve uyuşmanın büyüsünde yürümelisin.
Travmalar...

Hiçbir travma zamanı durdurmaz, insanı da durdurmamalı.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Sokak lambasının şahitliğinde

 40 derece yüksek ateşle boğuşuyordum, fakat bunun sigarasız kaldığım gerçeğiyle alakası yoktu. Çeşitli deniz canlıları geçiyordu kafamdan. Çok yalnızdım ve düşünmeye değer hiçbir şey yoktu. Yoktu. Gecenin ortalarındaydım ve acıkmıştım. Hayat berbat geliyordu, bu bana hep 'hayat güzel olabilir mi?' düşüncesini dayatır. Şu an berbat olan hayat, hızlı ve şanslı dakikaların ardından güzel olabilir miydi? Sevdiğim kadının şehrime gelmesine az kalmıştı. Mutluluk neydi benim için? Belli oranda sağlıklı olmak, en sevdiğim viskiyi yudumlarken, istediğim kadının kollarında istediğim şarkıyı söylemek benim mutluluğum muydu? Hayatın en parlak dakikalarında içime dolan gece karanlığı, damarlarımda dolaşan bir lanet olmalıydı. Mutluluğun içindeki hüznü görüyordum. Dinlendirilen zihnin örtmeye çalıştığı yorgun kanatları görüyordum. Yollar çok uzundu ve yürürken kendi adımlarımdan daha anlamlı adımlar görüyordum. Yine de ağırlıklı olarak kendi adımlarımı izliyordum. İlerlediğini fark etmenin soğuk tepkimesine alışmıştım. Gördüğüm yüzlerde, başka insanlara ait bir şeyler vardı hep. Kadınların gülüşlerinde onları yaralayan adamlar vardı. Bazen doğru yerde olduğumu hissediyordum. Bazen, sabahları doğru kadının hayaliyle uyandığımı, şehrime doğru yağmurların yağdığını, sigaramı doğru kadının yaktığını hissediyordum. Saçlarımı toplayıp balkona çıktım. Balkonda ilgimi çeken bir şey yoktu, balkondan baktığım yer şehrin geri kalanıydı fakat bulunduğum yer balkondu. Hayat genelde böyledir. Sokağa çıktığımda rastladığım insanlar iki çeşitti. Kendi gerçekliklerinde kaybolanlar, ve başkalarının gerçekliğini yansıtmaya çalışan kuklalar. Dinlediğim şarkılar, içtiğim içkiler, sevdiğim kadın, gözlerime yansıyan gece... Her şey belli bir önemin içinde yüzüyordu ve önemsizdi. Bir hücrenin yapısı gibiydi. Sessiz gecenin mat uğultusuna sinmişti şehir. Ben de şehre katıldım.