he

25 Aralık 2018 Salı

feat. moody blues vesaire



bahane verin bana milyon dolar ödeyeyim.
ağzından alınmadıysa bu nefes ne yapıyor ciğerimde?
oy benim sayısız kılcal damarımın canavarları kırkbeş kalibreden hallice.
beni şurada tut gözüm şişeden akıyor.
veremediğim nefes birkaç ton çekiyor.
Erkin Koray 'akrebin gözleri' buyuruyor.
winston churchill gayet de kaybediyor.
tanrım, üç kıtama kahır hükmediyor.

ah.

mak 
la 
mak
ah.

verandaya çıktım,
tepemdeki hareket sensörlü ışık yandı. 
sigaramı dudağa verdim, hareketsiz kaldım. 
melancholy man thats what i am vesaire. 

hareket sensörlü ışık söndü. 
görmeye başladım. 
kahrımdan fazla olmasın, bir dünya yıldız... 
gökyüzünde, gökyüzünden büyük. 
when all the stars all falling down vesaire. 

hareket sensörlü ışıklar sönünce 
yıldızlar görünür oluyor ne tuhaf. 
bu bana ölümü andırıyor ne tuhaf. 
her ölüm, her ölüye her nalanı unutturuyor, 
ne tuhaf!
a beam of light will fill your head vesaire 

ördek vuruyorsun ölüyor. 
can alıyorsun, vicdanının rengi değişmiyor. 
ak bir vicdan kararırken, 
gri bir vicdan ilelebet payidar kalıyor. 

his life caught up in misery vesaire.

23 Aralık 2018 Pazar

senden temelli


ah o kadın beyaz heyelanlarıdır zihnimin.
insan tam da bilemiyor ama
doğuşundan batışına güneşe dahil...
karadenizin soğuk rüzgarını ardına alsa,
"allah kabul etsin." diyecek cemaatleri
caminin.

şu aynalar safi toz. 
restoranlarda yemek safi tuz. 
ah o kadın öylesine yok ki 
kafamda var ediyorum, kanımdan içeri
seviyorum.

haftada birkaç gün uyuyamıyorum. 
inanın, uyuyamadığımdan içiyorum. 
küp şeklinde yağıyor yanılgı,
soyunamadığımdan içiyorum. 

bir koridoru arşınlıyorum 
sonra bir salon
sonra bambaşka koridorlar
eko var eko kulaklarıma vuran,
geçmiş seni geçmiş ben sevdiyse,
az önce gömleğine kül düşen şair kim?
zamandır diyorlar ama şarapnelleri genç
ve
umuttan kesilmiş banka kuyrukları.

siz bir makama erişin ki kaybolmasın
emekleri annelerin ve y kromozomlu
güçlü adamların. 
gözün kıpkırmızı, olsun kırmızı erotizmi
çağırıştırıyormuş insanlara. 
benim allahım renksiz, ılık ve tatsız. 

hormonlarım yok olsa onbeş metrede 9mm
grupmanım nasıl etkilenir? 
ya da ilk kez kurmak üzere olmamalıyım
bu cümleyi. 
bu cümleyi kurmamalıyım.
aramız yok bizim çünkü biz seyreğiz, sen
şeffafsın fakat
ah sevgilim ben seni hiç tanımasaydım da
hasarsız, küçük ve silik bir balık mı 
olsaydım? 

şimdi mesela çok iyi sağ-sol direk çıkarabiliyorum
ama karaciğerim hassas benim
ben boksör olsam tek darbeyi kaldırmazdı.
ama ben boksör değilim, 
direğiydi kroşesiydi hep boşa.
işte, en azından karaciğerime vurmuyorlar.
ulan afedersiniz burada balıkla ilgili 
bir çeşit örnekleme yapmak istiyordum?
balık hasarsızsa şükreder, neden küçük ve
siliğim demez kanımca. 
oy rabbim, konuyu sevgilime
bağlayamıyorum!

soru güzel, yine de
bir dal uzun samsun ödüllü değil.
şu renkte;
senin, ben olmayan bir sevgilin olması mı
daha uzağa sürükler sevgilim olan seni, 
yoksa yıl üstüne yıl da geçse seçimin olmayacak oluşum mu?

güzel kadınlar yine güzel
ama 'yeşilçam rüyam' -afilli baya- gibi değil.
yirmi yaşındaki adamların ağzında diş olur  bende yok. 
ülkede kişi başına düşen milli gelir 
düşük.
kız kulesi de nereden baksan bizim apartmandan kısa. 
belki de tüm bu huzursuzluklarım, 'oranlamak' kaynaklı. 

belki de senden temelli ve sana bağımlı
değil de
ırk bilinci olan militarist adamlar da
şiir yazabilir demek ve dedirtmek için
yazıyorum?
sevgilim, saçmalama, deden ermeni falan
olsaydı da severdim seni. 
hem zaten, bir yalan kaç dize yaşar
bizim yüzyılda? 










3 Aralık 2018 Pazartesi

allahım gırtlağımı-


henüz öğlen terazinin başındaki kör kadın, dünyadan bildiriyorum;
burası bizi aşıyor, rakı çok para
yüzümü hangi aynaya çevirsem yeni bir adalet. 
politika gibiyim piyanodan öyle yoksun.
-
büyük sözlerin gölgesinde uyur,
tüm fani içeriğimi dumana sunar,
şefkat bilmez, yol yürürüm.


henüz öğlen türkülerim, kadehin içinde de dışında da;
karadeniz, marmara
kadehin dışı ve içindeki rakı -sizden iyi olmasın
şimşek gibi vururken yarama.
-
sonsuz zamanın köşesinde uyur,
tüm seraplarımı çöle sunar,
tetikten gayrısına gayri ihtiyari sarılırım.


henüz öğlen, her renkten celladım;
tüfekle, giyotinle
hangi penceremden nefes alsam aynı acı.
sessiz bir karga gibiyim öyle trajik.
-
kader yazarının nurunda uyur,
tüm ilahi varlıklara öpücük sunar,
zihnimden dışarıyı tanımaz, zihnimden dışarı ağlamam.


henüz öğlen renk renk çığlıklarım;
yüzümde yara, belimde 9mm sazla
attığım her adım yeni bir ıstırap.
el yapımı bir adam gibiyim sanki burnu bile kanamamış.
-
içer içer çok yalnız uyur,
tüm varlığımı olağanca kuvvetimle topa tutar,
240 ay sürmüş serüvenimi bilmez, son sayfayı mumla ararım.


henüz öğlen ey edgar allan poe;
soğukla, aydınlıkla
senin öldüğün yerden dirilen aynı karmaşa.
cesedim ünlü olacak diyorum, ah ne mutsuzum.
-
kainatın, en kainat olmayan noktasında uyur,
bazen içmez, yazmaz, tıngırdatmaz, kadın özler,
7300 günlük ıstırabımı tanıyamaz, içimden bir çocuk asarım.


henüz öğlen ahmaklığın içine sıkışmış medeni halk;
kararname ve yaptırımla
hak ve can değil elimizdeki yeni yanılgı.
muassır medeniyetleri düşündüğüm her yerde aynı burukluk.
-
öldüysem, "öldüm" dediğim yerde uyur,
belki bir düzine bambaşkalığa iman eder,
175.000 saat yaşında, hayatta kalmayı düşünürüm.





26 Kasım 2018 Pazartesi

tiz ve gri


ses telleri ses doğurur genelde,
onun ses telleri gemi doğuruyor.
bu nereden baksan kocaman bir uçsuzluk.
dokuz kişilik salıncak kuruyorum çocuklara,
sevdanın gerçeği, ütopyasından birkaç ton daha ağır.

meyhaneye girdim, çıkmadım.
bu, benim sözümün eri bir adam olduğumu göstermemektedir.
meyhaneye soktu, çıkarmadı.
bu, onun gözümün feri bir kadın olduğunu göstermektedir.

gemi yararken kül denizini,
henüz sırası değilken,
silah sesleri mora boyarken fikirleri,
amerikan devleti mazlumların ahıyla yıkılmıyorsa, sen de güvendesin.

sevdanın gerçeği, ütopyasından birkaç ton daha ağır.
ay kırılmış göğümde.
söyle bana sayın muvakkit,
bir ay'ı kırmak kaç mermi alır?

bir meşe her zaman yaşam anlamına gelir.
bir meşe hiçbir zaman dikkat çekmez.
bir meşenin dikkat çekmemesi ahmakça,
benim bir meşeye dönüşmem irrasyonel,
bitmeksizin sonsuz bir eksilme, tutarsız.

kadınlar sevmedikçe güzeldir.
bir bakıma, sevmeyen kadınlar, hep daha güzeldir.
üst ve yan direğin kesişimine yakın geçen topa, doksan denir.
hiçbir şey vaat etmeyen adamlar için yağmur, yağmurdur.
hiçbir şey arzu etmeyen kadınlar için rüzgar, müziktir.

allah duyar, allah bilir, allah susar.
ceylanlar çabuk ve ölü.
nikotin, tiz ve gri bir serbest düşüş.
şu ciğerime dolan nefese karşı arzum olsaydı, adını yaşam koyardım.
tanju baba ıstırabı heceletmeseydi, rakıya biraz su koyardım.

sevdanın gerçeği, ütopyasından birkaç ton daha ağır.
nehirler kafeslenmiş dünyamızda.
tüm güzelliğinle uzağımdasın sevgilim.
bu, ağızlardan üflenen paslı bir kahır!






22 Ekim 2018 Pazartesi

1911



ikinci el de olsa, kırk sekiz saat var elimde.
gece iki sularında bir şarapnelle, 
bir şarapnelle sularında kaosun, 
kaosun şarapnelleriyle bir suda -karadeniz olsun,
karadeniz olsun diyorum, bana yaramamış diyorlar.

kulağıma fısıldıyor sürahiden akan su,
kulağıma fısıldıyor, herhangi bir. -şey? 
kulağımı tıkıyorum son otuz saniyeye,
aldığı ilk ayeti yazıya döken bir peygamber gibi şen oluyorum.
sonra kahvaltı hakkında bir şarkı yazıyorum ama enstrümental.

enstrümental bağırıyor televizyonda insanlar,
izin verirsen beyninin ılınıp kokuşmasına.
eline ayağına hakim ol, ikinci el bir ruhu işliyorsun çalışma masanda.
fabrika sokağında gece oluyor duymuyorsun.
"orospu çocuğu medya!"

en güzel sevgilim, bu şiirde sana dair bir ben yok.
senden, yuvadan, akıldan, alışılageldik benliğimden hariç gülüyorum duvar saatine.
yedi yıl önce bir kitap okumuştum, 
orhan gencebay klas bir adamdı gözümde yedi yıl önce.
şimdi colt 1911 gibi, severim ama yanımda taşımam.

ben kör değilim, ara sıra ben de bakıyorum.
gördüğüm gözlerin yüzde doksanında yapay bir cinayet görüyorum,
acı çekmek artık bir marka. 
düşük nikotinli sigaramı gömüyorum,
fışkıracak ruhi mücerret gibi yerden naaşı, umuyorum. 

bir sahneden düşüyorum sağ lobunda beynimin.
düştüğüm gibi kalıyorum sağ lobunda beynimin. 
eskiden güzel konserler olurdu, çok giderdim.
en son nick cave geldi sen orada yoktun.
sarhoş olsaydım en az on dakika orada olurdun. 

şimdi yedi demişken, bu farzdı.
sünnettir altı sene önce bob dylan gelmişti.
bob dylan gelmişti ben orada yoktum.
annem bana çiçekleri sevmeyi öğretti dört yaşındaydım.
şimdi çiçekleri sevmeyi unuttum, merhumu en az sizin kadar iyi biliyorum.

gün doğumuna sadık kalıyorum. 
demokratik haklarımı ve fizik kurallarına olan saygımı yitiriyorum ciğerimden.
nietzsche'yi övüyorum edith piaf hanımefendiye. 
allahım sen de biliyorsun bafranın bir ilçe olduğunu.
allahım senden başka bilen yok yakın dönemde ölü olduğumu.

az önce ilham istedim, 'kırmızı balık' yazacaktım, 'berrak' yazdım.
kafam benden hariç işliyor, beyazlıyorum.
içgüdüsel boğazlanıyorum yemyeşil diyarlarda,
siyasete muhtaç kalıyorum.
saat sabahın yedisinde doğan sızıları bir başka seviyorum!

eskiden güzel şiirler vardı, birkaçını ben yazıyordum. 
saçlarım uzundu ama seyrekti, birkaçını ben yoluyordum. 
her şeyin fazlası zarar diyorlardı, mest oluyordum.
ah, hutbeler okunuyordu gözlerde, 
en sevdiğim şarkıyı ikiye bölüyordu zaman zaman muz cumhuriyeti.

yunan mitolojisine aşık oluyordum, boyum bir-otuz falandı. 
şimdi boyası sararmış duvarlara sessizce yaklaşıp ahlaksız tekliflerde bulunuyorum. 
tanrım, ben seni hak edecek ne yaptım? 
kendi tanrımı kendim seçseydim seni seçmezdim. 
kendi tanrımı kendim seçtim fakat bu berbattı. 

sanayi caddesini boylarcasına kırk-elli volta attım. 
"bu dünya soğuyacak günün birinde." dedim her beş adımda bir, delirmedim. 
dünya soğusun artık delirmek istemiyorum. 
kahvaltı yapacağım saat sekizde,
gece yarısı kimdim bilemiyorum!

bir yüzük var, dört saniye kadar kadrajda kalıyor.
sanırım, filmin geri kalanını anlamak için bir sembol görevi görüyor. 
bazı filmlerde bazı karakterler bazı insanlara benziyor,
benziyor diyorum benzemezlerse anlam veremiyorum. 
tanrım belki de dokuz ömürdür kendimi tekrar ediyorum!?

elimde şiirler var onları benden alın.
saniye çubuğuyla göz göze gelmek istemiyorum.
elimde şiirler var lütfen yazmak zorunda kalmayayım.
ellerim artık beynime benziyor soluk alamıyorum,
hakim bey sizden hiç acıma beklemiyorum.






27 Ağustos 2018 Pazartesi

yorgun şehrin buruk sahili


penceremden de olsa
dinlenilecek gibi değil
sen uzaklardayken
bu şehrin rüzgarı
ve ıslanmak
çok anlamsız yağmurlarında
yeterince izledim şehri seni özlerken
ve hiçbir şey
yeterince hayat yüklü değil

vagonlara dönüşüyor an'lar
geçip gidiyorlar
kulaklarımda gürültüyle
ve Engelbert Humperdinck vardır
senin olmadığın vagonlarda

bir tekneyi izledim geçen hafta,
perşembe günü saat 7:30 sularında ki;
dalgaları yokluğunla yardığına
yemin edebilirim sevgilim
her yeri şiirdir ya bu şehrin, öyle denir.
kanatlarından şiirler dökülen martılar bile
sanki seni benim kadar severmişcesine
meydan okudular bana
sahile ağlarken hepimiz,
her şey,
her şey ve
dalgalar
çünkü dalgalar bambaşkaydı o perşembe sabahı

oysa
martılara nazaran ben
henüz o sahile
hiç ağlamamıştım
ki o kadar meşguldüm
tenini beklemekle
tam o tekne birkaç dalganın daha
ölümüne şahit olurken

hastaydım her zamankiyle aynı dozda
ve hiçkimse hasta değildi
sadece buruktu dalga sesleri
martıların baladlarına karışırken
ve ben de
öylesine özlemiştim tenini

yine aynı perşembe sabahı
ağaçlar yansıtıyordu
yıpranmış ruhumu
egzoz boruları haykırıyordu caddelerde
beynimdeki keşmekeşi
oysa ben bunları izlemek için bile
fazla bitkin ve fazla meşguldüm
tenini özlemekle
ve yine aynı perşembe sabahı
hiçbir şey
parmaklarıma yakışmıyordu
saçlarından süzülen
müzik kadar

ve an'lar vagonları aratmazken
beynimin tenhalarında
o sahilden öptüm seni
sigaramın son dumanının
'hoşçakal' dercesine
yükselişinden
ve her ucu sana dokunan
hayallerimden
ve bir şekilde benden daha çok sana
dokunan topraktan
öptüm

ve soğuktu dudaklarım
tenini özlemekten
ki ne sahil, ne sigaramın halsiz dumanı
ne hayallerim
ne o yüce toprak
ne o kutsal istanbul
tenini taşımıyordu ruhunda

o perşembe sabahı yine
o minik teknelerle
kalbimden
parmak uçlarıma
dalgaları okşayarak ilerliyordun
şimdi yolunda olduğun istanbul'un
seni hiç tanımamış sahillerinden birinde

güneş yüzüme dönmüyordu
eriyip sahile yağardı zaten
her zerremdeki özleme
şahit olsaydı
ve tüm durgunluğumla
dalgalara bırakmak istedim kendimi
bir martının son yakarışında ve
yeni bir sigaranın
benden biraz daha yavaş
yanışında

sonra
son bir dalga daha
veda etti 'var olmak' durumunun
muhteşem burukluğuna
ve tekne uzaklaşırken
ve güneş hala sahilime doğacak
cesareti bulamamışken
sigaramdan yükselip
gözlerime doldun
ve sanki
ruhun tenimi kutsadı
dudaklarıma doğru
en az benim kadar buruk ilerleyen
bir gözyaşının
incinmiş sıcaklığında

ve yine o perşembe sabahı
özlemini paylaşan
istanbulun o bitkin sahilinde
ciğerlerim sıkışırken
ışığını son gözyaşıma saklayan güneş;
doğacak cesareti yeni yeni buluyordu
o teknenin
martıların altında
dalgalarla
son kez sanki seni taşır gibi
içimden geçisinde.

4 Temmuz 2014
05:06

24 Ağustos 2018 Cuma

nnnn



beş günde bir kahvaltı yapmalı insan.
mecburen, yani.
şarkıların gözleri yoktur sevgilim,
elleri olmadığı gibi.

kaç yaşına geldik bu yıl itibariyle,
ve kaç günlük özgürlüğümüz kaldı arka planda?
cevaplar sevgilim,
en az birine ihtiyacım var.

gece saatleri ne kadar sessiz kalabilirse insan o kadar,
o kadar sessiz kalmalıyız şimdi, sabaha deyin.
unutmamalıyız senin güzel olduğunu.
unutmamalıyız çünkü henüz çok var kıyamete. 

ha, ha bir de akşam oldu şimdi?
akşam oldu nefesler sıklaşıyor, ne yapmalı teşkilat?
budizm mensubu gibi tekmeleniyorum, lütfen,
lütfen ben biraz eksik hissediyorum.

ayrıca bahsettim mi bilmiyorum,
bilmiyorum, melodiler ve dünler birbirine benziyor,
uzak gibi fakat uzaktan biraz daha uzak.
bilirim sen de seversin, seversin son saniyelerini ömrümün.

sevgilim lütfen aş bunları.
son saniyeler anlamlı olmamalı.
yüzüm akıyorsa duvarlarından sıva niyetine içtiğinde,
sevgilim benim adresim senin zihninde olmalı!

bir sokakta iniyordun minibüsten, benim evimden aşağıda.
sevgilim, hatırlamaya çalış, soruyordun "sarılabilir miyim?" diye.
sevgilim, kirlenmek masumiyeti yitirmek değildir, türk dil kuruma'na sor, 
sevgilim benim çocuğum olmayacak şayet sen gelmezsen.

sevgilim, bulunduğun kolları gözden geçir,
türkiye, bulunduğun uluslararası diplomasiyi gözden geçir.
istanbul en güzel şehridir bu diyarın,
bu yalandı yine de çocuğumu doğur benim. 

16 Ağustos 2018 Perşembe

o nasıl hüzün?


sevgilim dünya üzerindeyiz.
dünya üzerinde, unutulmuş bir köye -belki afrikada
dört buçuk saat önce yağmur yağdı.
dört buçuk saat önce yağmura doyan bir köy,
sevgilim,
o köyün toprağı,
şimdi güneşin altında kurumakta.
yani, birkaç saat sonra, yağmur yağmamışçasına...

bir devlet başka bir devlete yaptırım uyguluyor,
ben samsun216 içemiyorum.
bir devletin başka bir devlete uyguladığı yaptırımların gölgesinde,
o koskoca gölgede uyuyorum.
uyuyorum sevgilim, allah kahretsin.

kan ve daha çok kan akan bir savaştan,
zaferle çıkmış bir albay edasıyla kahve içiyorum.
içiyorum güzelim bu benim hakkımdır.
bir hayvanat bahçesinde,
gördüğü o güzel hayvanların ışığında kendinden geçen,
beton yığını şehirlere hapis bir küçük çocuk mu şimdi gökyüzünde asılı soru işareti?

makinisti gördüm.
"durdur treni."
makiniste çok sinirlendim.
"durdur treni orospu çocuğu!"
keman çalmayan tren mi olur?
olabilir fakat keman çalmayacaksa neden tren?
tren demek koşmak mı demektir bir siperden bir sipere?
lütfen hayata dahil olan her on mevzudan yedisine keman ezgileri koyalım tanrım.

bu köyde insanlar hep çok dertli.
sanırım, yanan bir tarla edasıyla, çok dertli.
korkan, dokuz yaşında bir çocuk edasıyla, çok dertli.
ayrıca sınır çizelim lütfen gerekli bütün diyarlarına hayatın.

sayın bakanım, ben gözümü açınca içim titriyor sabahları.
yani bazı sabahlar, böyle oluyor.
sayın bakanım, ben çok çaresiz bir baykuş görüyorum pencerede. 
"hayırlı teskereler." diyor bana.
kusura bakmayın ama ben hayatımda hiç ford mustang'e binmedim.
ben hayatımda hiç, hem de hiç, nalan arkasını dönüp giderken,
"nasıl olsa dönecek." demedim.
bu olayları ışığında, sayın bakanım; ben öyle çok da lüks bir hayat yaşamadım.

bakanım konunun sizle ilgisi yok aradan çekilir misiniz?
teşekkürler.
allahım duyuyor musun?
allahım ben artık senden bir şey dilemeyeceğim söz veriyorum.
günlük dua vergimin kaldırılmasını, beden kiramın yüzde otuz oranında düşmesini talep ediyorum.
yani, allahım, ben anladım sanırım dünya bir şey beklenecek bir yer değil.
yani, allahım, çok kötü yaratmışsınız burayı.
yani, allahım, bir beden bunca şarapnel karşısında ne yapsın?
yani, allahım, bir gönül bunca türküsüzlük karşısında, ne yapsın?

zannetmeyin sayın peygamberim, toprak kuruyunca yağmuru unutuyor.
elbette unutmuyor, insan mı bu?
belki de toprak da artık eskisi kadar içsel değil.
belki de toprak da artık eskisi kadar anne kucağını andırmıyor.
yine de avuçlarına dolduğunda, "canlı" hissedebilirsin.
şimdilik hayatın bize öğrettikleri ışığında;
hiçbir şey bilmiyoruz.

korkma, sadece sesini unuttum, kokun hala taze.
adeti budur zaten koku hep daha kalıcıdır.
teşekkür edemiyorum, herkes hayal kurduğu kadar kırılıyor.
kaç hayal kadar kırılabilirse insan o kadar deprem oluyor.
rabbim belki de zina yuvalarını vuruyor?
yine de, arzu etmeyi defterden silen insanlara
rakı
günah
değil.

5 Ağustos 2018 Pazar

orama vurma elin boşa gidiyor


eski hattında kaç cevapsız araman varsa o kadar basamaklı bir merdiven.
bir çok farklı lügat var mavi mezarlığımızda ve
bunların en az sekseninde ölü olmak, adeta 1999 çıkışlı bir sinema filmi.

ağız kuruluğu ve dünsüzlükten gece beşte bıkılır.
insanlar en çok beşte bakar tavana.
bu kadar çok insanı kapsayan araştırmalar yapmak için isviçreli olmaya gerek yok.

insanlar ölümden dönüyor, -nedense
bir telefonla kavşaktan dönüyor, -haklı olabilir
bu ülkede yaşayan on kişiden yedisi çılgına dönüyor, -en az
bazı "çiftler" seviştikten sonra birbirine sırtını dönüyor, -allah affetsin
başlıca kriz anlarında gözler dönüyor, -malesef
beş genç bir cigarayı dönüyor, -ayıptır
şimdi buraya sen o yoldan dönmüyorsun yazarak yeşilçama bağlarsam, bunun bir faydası olmaz.

sanırım en acısını tespit etmiş bulunuyoruz.
bazen keşke özel harekat timleri tarafından etkisiz hale getirilsem diyorum.
diyorum çünkü benim yazabileceğim hiçbir kelimenin bir faydası olmaz.
keskin cümle kaleme zarar.
ben hayatımda dağ yaratmadım fakat led zeppelin çalabiliyorum.
eğer teknoloji, seni anarken zihnimde neler olduğunu gösterebilseydi de bir faydası olmayacaktı.
bilim dünyasını çaresiz bırakacak kadar ne yaşadık bilmiyorum.
seni seviyorum.
çile çekiyorum.
sevilmek gibi hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal,
burada bırakmak dediğin tek dişi kalmış canavar.




1 Ağustos 2018 Çarşamba

ilk kim pes edecek sokağı, no:7


seni sevdim bu muhteşem bir olaydı.
belki de son muhteşem olaydı.
ah şu hayatta biraz acıma olaydı...

artık hiçbir beklentim yok sen dahil.
sanırım dünya biraz bundan,
hiçbir'den ibaret.
köpükleri saymam gerekiyor, hava çok sıcak.
"acıların sonu gelmez." diyorsun.
derin bir nefes çekip; "elveda!"
desem,
bir miktar hibe alsam devletimden,
masmavi bir düşün ortasına gerçekçi bir şuur üflesem?

senin şarkınla benim şiirimle olacak iş değil bu.
dumanlı dağların arasında, itinayla yarattılar Hasan Hüseyin Korkmazgil'i;
"o yuvasız çalıkuşu, bense kafeste kanarya."
dedi o.
kadınım olarak muhteşemdin,
sancım olarak benzersizsin.

bu sayfaya sağlam bir yapı inşa ediyorum bir müteahhit edasıyla;
çünkü çok şiddetli bir deprem çeşidi olarak kokunu anımsamayı seçiyorum.
gecenin fısıltıları bitiyor.
gecenin fısıltıları bitiyor korkuyorum.
bir şiir yazmak ne kadar zor olabilir?
çok zor olabilir fakat sen yine de yaz,
çünkü Zeki Müren yanılıyor olamaz!

10 Temmuz 2018 Salı

H İ Ç


şimdi kınından sıyrılır gibi sancı!
günde 144 rekat sancı!
köpük köpük yükseliyor, iyi izle, üzerime geliyor...
bir tepenin ardında olabilir tür tür çiçekler, hissediyorum
sevgilim, sen ve hüzün arasına bir çizgi çekemiyorum!

ben bir yudum daha almazsam gürültü dinmez.
dinmez günlerin arasında seken, yolunu bulamayan yürüyüş hali.
şimdi baktığın zaman, hiçbir insan bir kaktüse muhtaç kalmamalı,
saraylarım olsun isterdim, ben de olurdum içiş-leri bakanı.

sen saat dokuz olunca nasıl kokuyorsun allah aşkına?
bir yudum (25cl) bira indirip öpsem dudaklarından deprem olmaz mı kolombiya'da?
benim bıyıklarımda yedi beyaz tel var ve
yedi beyaz tel var ve
ve kahveli-beyazlı her bir telini tenine sürmek istiyorum sevgilim.

siyaset demek, piyanodan yoksunluk demektir.
sevgilim ben çok güzel bob dylan okuyorum lütfen sevişelim,
seni nasıl özledim ah, ah , ah tanju okan dinleyelim!

yağmur mu şimdi bu, yoksa gri?
bir hikaye en çok kısayken güzeldir.
siktirin lan ben uzamak istiyorum onun boynuna,
gözlerimi sökün ben onun olmadığı yatağı görmek istemiyorum!

aslına bakarsan güzelim bu benim mücadele açlığım.
sen ve geri kalan 4 milyar arasında.
seni seçme kararım ve mücadelem.

on beş şişe daha bira olsa, sen neden beni seçmedin diye sorardım.
düşünsene Cem Karaca doğardı kolonlarına odaların.

allahınızı kitabınızı diye sövüyorum şimdi yüksek mertebelere.
tabii ki bu beni agresif bir insan yapmaz.
iki ayda on üç kilo verdim bence iyidir.
seni tanımak birkaç yıldır, ölüme koşmak belirsiz!

bak benim odam birkaç metrekare.
ocak hala aynı.
yine yumurta pişir diye o güzel bacaklarının üzerinde durarak.
sevgilim neden un ufak olmuyorsun?
kömür gibi yanıyorum bu zonguldak'a bir gönderme mi?
vilayetini dirayetini sikerim bu şehrin lütfen,
lütfen doksan dokuz,
gel ben eridim.

martı değilim ben.
aslında vapurla da alakam yok fakat,
fakat ben yine de.
yine de ben.
ben yine de efe rakısını seviyorum.

sevgilim o kollar seni saramaz yapma öyle.
sevgilim o şehirler seni paklamaz gel sarılalım.
dünya yirmi dönüm arazidir ya da değildir
çocuklarımız büyüsün diye içinde
sesini duyur bana yoksa biteceğim.




22 Mayıs 2018 Salı

içkanamam


sevdayla arandaki tek engel tanrının çektiğidir.
bu bir yalandı.
acı çekmek de özgürlük değildir.
bu da bir o kadar yalan.

sevda bir insanın basit bir koridoru defalarca kez arşınlamasıdır.
özgürlük, otobanın her metresinde yeni bir manzaraya gülümsemektir.

şimdi ben sevdayı seçersem, sen özgürlüğü seçersen...
sevda engel midir bir otobanı baştan başa geçmeye? değildir.
başladığın yere aidiyetini yitirmedikçe değildir.

neden yapıyoruz bunu sevdiğim şair?
bir şiir fazla neden yazıyoruz?
şu farklı uçlardan baktığımız tablo Da Vinci imzalı.u
mesela salladığım salıncakta senin çocuğun olmalı...
tartıştığımıza değer, elbet değer fakat,
fakat parmaklarımı öpmüyorsun beyaz kesiyor saçlarım.
tartışalım, bir şiir fazla olsun her zaman, -gerekliyse.

ama gözyaşım, içkanamam, kadınım, sevdiğim...
ama nasıl desem şimdi bunu?
bir kalbin atış nedeni tartışılamaz, tartışması teklif dahi edilemez, -demeyeceğim.
sadece söylemeliyim ki,
ben de gerçekleri göreyazıyorum zaman zaman.
tenimde biliyorum ki, sana giden yollarda çevirme var.
'sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun'
bense sadece, dünyanın başka bir köşesinde,
o toprağı öpüyorum.
şimdi, iki toprak birbirine ne kadar yabancı olabilir?

insanlığa bir fayda daha olsun diye,
biraz da reçetenin çin seddi boyunca uzak olmadığını görelim diye,
bir deney yapmak isterdim.
benim göz yaşım, senin yanağından aksa...
benim göz yaşımla ıslansa yüzün,
dudağındaki kahve lekesinden geçip dudağına erse,
erse dudağına bir an tadını alsan kendinin.
senin, benden süzülen senin,
tadını.

yani bu tabii ki engellemeyecektir küresel yozlaşmaları.
fakat en azından uçsuz bucaksızlaşırcasına sevmeye denk gelir.

şimdi sen sanıyor musun aramıza okyanus dökülse,
aramıza set çekilse,
bu seni benim damarlarımdan sürgün eder?
etmez.

mesela sevda beş para etmez, bu yüzyılda.
ama nereden baksan beş yüz tebessüme denktir saniye başına düşen gelir.

başına düşen gelir.
başına yağmurlar üşüşen gelir.
dünüme sahiptin, yarınlarıma bedelsin.
belki de öyle değil.
fakat kalbinde nasılsa öyledir.

sen benim ellerim ve
sen benim ellerim ve...

82 huzur, 83 hayat.

ölmek var öpmek yok.
kavuşmak yok ölmek var.
ölmek var çok susadım.



15 Mayıs 2018 Salı

berrak su, kırmızı balık


budamak eylemi, parça tesirli bir bomba,
tam ortamıza koyulmuş, ikişer metre mesafede.
şimdi sen beni sevsen tabii ki asgari ücret bir anda yükselmez.
mesela saçının kızılı akıp bayrağı boyamaz,
ancak kalbimi boyar.
ki bu yeşermesi için yeterli olacaktır yeşilçam'a has gecelerin.

şimdi bize iki kadeh lazım.
şimdi bize iki kadeh de lazım değil.
biz ki, karşılıklı yürüyüp ortada saramayan birbirimizi,
içmek kusur kalsın.

şimdi ben sana gri bir hayattan bahsetsem saatlerce, ne fayda?
şimdi ben sana, ne güneşin ışığında, ne bahçenin çimeninde renk kalmadı desem, ne fayda?
kan kızılısın sevgilim.
güç kızılısın.
uzak kızılısın.

o yüzdüğün yerde yeşilçam'dan fırlama abartılı sevdamız yok.
çünkü bu bir sancak sevgilim, bu hayat kavgasında yani.
bu bir sancak sevgilim, bu sonsuz sevdaların sancağını muhakkak tutmalı iki şair karşılıklı.

mesela senden "hissiyatını" almak, amatör bir aşığın işi.
bir çocuğun.
sadece tapmak isteyen bir çocuğun.
ahmak, sarsıntılı bir çocuğun.

fakat kızılın en güzel tonunda sevda, o çocuğu hasretin kollarında yoğurdu.
şimdi görsen, ancak bakışından tanırsın onu.
teninin ışığına boğulan gözbebeklerinden.

sevgilim, önümüz haziran.
bana göre her şeyi, son raddeden bir adım önce yapmak lazım gelir.
çünkü son raddede ihtiyaç büyür.
büyüyen ihtiyaç, iz bırakır.



7 Mayıs 2018 Pazartesi

yüz lira


birazcık dava adamıyım,
bir de çok yalnızım.
ayrıca balık da değilim,
beni balıklıkla itham etmeyin!

benden özür dilemene gerek yok,
selam versen yeter.
ayrıca muhtaç da değilim,
sadece bir vapura binmeliyim.

ciddiye alın çünkü yalnızım,
yeterince yalnızsa insan bir kıtayı havaya uçurabilir.
ayrıca bıyığımda beyaz bir tel var,
lütfen hor görmeyin!

Ahmed Arif dedi diye değil,
hakikaten bu zindan bir rüyaya çalıyor. 
ayrıca bu bardağı kulpundan tutmakta zorlanıyor değilim,
sadece günün ilk ışıklarını beklemek zor.

duydun mu bilmem yoruldum,
şarkımız da havada asılı kalmış öylece.
ayrıca ben yalancıyım şarkımız dedim,
bizden kalma bir anının melodisi!

beş dakika daha arayacağım umudu,
bulamazsam dış güçler, üst akıllar kazanacak.
ayrıca beynim kaosa açmasa kollarını,
ayıptır söylemesi bir hain daha asılacak.

gün devriliyor dumanlı göğde,
allahım benim canım yırtılıyor.
ayrıca yuvarlanan bir üzüm tanesini andırıyor mevsimler,
beni sol şakağımdan vurana yüz lira vereceğim!





30 Nisan 2018 Pazartesi

yeter, tamam

yok, hayır ben düşümde gördüm seni.
ne acelem vardı? bilmiyorum.
yaşım yirmi, düşümde gördüm.
öyle yalnızdım işte,
düşümde gördüm.

neden düşümde gördüm seni?
yani, yıllar var önümde benim.
henüz yaşım yirmi.
düşüme geldin, adın yoktu.
sanki tamamlamışım gibi günlerimi,
susuz kalmıştım, düşümde gördüm.

dönüşü olmayan kış geldi.
daha çok günüm yok muydu? bilmiyorum.
ölmek için çok gencim, düşümde gördüm.
öyle güzeldin işte,
düşümde gördüm.

neden bunca yıl dayandıktan sonra?
yani, takatim yittiğinde işte.
seni düşümde görmeseydim ölecektim.
sanırım çok mutlu bir düştü.
sanki kalan son gülümsemeydi dudağımda asılı,
uyandım canım yandı, düşümde gördüm.

sanki evim sıcacıktı.
neden bu sabah? bilmiyorum.
kendi elimi tutuyordum, düşümde gördüm.
senin adın bile yoktu,
düşümde gördüm.

neden uyandım küllenmiş bu sabaha?
yani, o güzel düş bizimdi.
dur daha benim yaşım yirmi.
adın yoktu çok güzeldin, düşümdeydin.
her yerdeydin ben ölecektim,
zincirler kırılmıştı, düşümde gördüm.

yeter, bu sadece bir düştü.
neden bu kadar gerçekti? bilmiyorum.
yaşım yirmi, düşümde gördüm.
öyle yalnızdım işte,
düşümde gördüm.

25 Nisan 2018 Çarşamba

"tek bir kıvılcım"


sen bu geceye özel bir anka kuşu olsan...
sen bir anka kuşu olsan,
duvarlara çarparak sevişsek
sınırlar genişlese, bu hücrede özgürlüğü bulsak.

saçının kızılında bir of çeksem
ağzından bir ömürlük nefes alsam
sonra asgari ücreti gibi harcasam o nefesi bir babanın,
korkarak!

oyalana oyalana öpsem sıcacık vücudunu
öyle oyalansam, bir çocuk doğsa ben boynuna varana değin,
gözlerimi hiç açmasam mesela,
göz kapaklarım korusa beni teninin ışığından.

mesela gece olsa karanlık çökse,
fakat bu bizi etkilemese...
on altı yıl zulüm hakim olsa memlekette
fakat yuvamızdaki şefkat bağımsız kalsa iktidardan.

yolunu kaybetsen sen ben bulsam,
bulsam da gizlesem yolunu senden.
ayakkabıların benim yolumu çiğnesin diye,
yosun tutsa bizi aynı yolda gören yetmiş üç kul, yalnızlıktan.

at nalı sarsam babannemin tülbentiyle,
salonun duvarına assam bu eseri.
sonra Ahmet Kaya çalsa,
"o gece" geldiği gibi sabah gelse.

o gecenin sabahı gibi sabah olsa,
sen yumurta kırsan, mayonez desen.
kanımı köpürtse kokun ben ağlasam,
yurdumu yeşertse sesin ben sessiz kalsam.

bir not defterine de beraber şiirler yazsak,
sonra o güzel adamlar büyük şairler tek tek ağlasa göklerde.
babaannenin mezarını ziyaret etsek biraz da biz ağlasak,
akşamın dokuzunda dönsek oradan yuvaya.

bin yıllık uzaklıktayız bunlardan,
yüz olsa da fark etmez ömür zaten daha kısa.
önemli olan niyettir tek güzel kadını dünyanın,
niyet ettim senin sevdan için yalnızlık şarabı kusmaya.

bir bütün halinde de değil artık,
tuzla buz varoluşun büyüsü.
incecik, incecik ağlıyorum ama öyle ince,
Nalan artık ismini zikredebiliyorum!

kış geçti, yaza çalıyoruz,
gözümün feri çırpınıyor yokluğunda.
gölgeleşiyor güzelleşmeyen her dakika,
hücremde yalnızım, evren sonsuz.

bir yudum ay ışığı içsen,
hoş olsa içimiz saz çalsak.
bir asfalt yol daha serilse şehirler arası,
dostça sevsek memleketi, birbirimizi uykusuzca.

kanla ve yaşamla aktı zehri doğumun,
ömür orada başladı şurada bitecek.
bu bağ ilk nefesinde başladı,
toprağında, toprağımla bitecek.













17 Nisan 2018 Salı

oysa


kaybetme özlemiyle çıldırıyor bir baykuş,
ve başlı başına yasadışı bir ceylan zik-zaklı koşuyor.

birileri anayasalar düzüyor benim varlığımı hiçe koşup,
işte bir molotof kokteyli süzülüyor buz tutmuş çatıların arasında.

şehrimi kışa vuruyorlar ayakkabım olmadığını bilmeden,
ki zaten birkaç ömürdür benim de dışım kış tutuyor inatla.

oysa bir neşter darbesine bakar aydınlığın süzülüşü!

ben papatyasız bir şehirde ölüyorum sevgilim,
ve taze avlanmış sıcak etinde depremler oluyor tavşanın.

bir müteahhit değildim fakat ben de sevdim bacaklarından kulaklarına,
işte bambaşka bir cennete zeplinle iniş yapmak anlamına devriliyorum.

düştüğüm dillerin değerini toplarken yalpalıyorum,
ki sonuç bir şişe rakıyı bile karşılayamaz.

oysa bir sigara yakışına bakar uzanırken kollarımda!

bu fabrikaları benim için değil fakat terim için açmışlar,
ve aynalar arasında yuvarlanıyor yansımam.

sağ baştan döküyorlar üzerime sadık toprağı,
işte tanınmadık bir iklime yapışıyor kaybedişe açlığım.

şimdi gözlerimi gökyüzüne çakacak ve yediden geri sayacağım,
ki toplum ve otorite bir kez daha yıkılsın gündoğumunun tebessümünde.

oysa geceleri hala sol şakağımda duyuyorum ayak seslerini!












9 Nisan 2018 Pazartesi

ölümü avuçlamak


vazgeçecek değilim fakat,
siyasette yalan gibi şimdi benim gökyüzümde yanlış zamanın alevleri!
ki bu, yorgun göz kapaklarımı mesken tutan bir yanılsama olmak durumdadır.

bu diyarı terk edecek değilim fakat,
yoksunluk durumunda bir yolculuk gibi şimdi ayakta kalım mücadelesi!
ki bu, devletin bittiği yerde sazın başladığına dair bir kanıt niteliğindedir.

yüz çevirecek değilim fakat,
senin olduğun yeri anımsayıp, benliğimi kayıpsamak gibi şimdi ellerimde kan!
ki bu, kimse bakmazken intiharlara kalkışan yarasaların kaosa olan açlığı ile ilişkilidir.

başka bir gezegeni koklayacak değilim fakat,
güzelliğine kimsesizlik koşan bir şair gibi şimdi sevda duyumu sanata karşı!
ki bu, okyanusların çaresizliğini gözler önüne seren bir yurtsuzluk durumunun evladı olmamaktadır.

gece siyahında kaybolacak değilim fakat,
çıkışı olmayan türkü savaşını kaybeden bülbül gibi şimdi sisteme melodi koşmak!
ki bu, resulullahların bizleri izlediğini belgeleyen bir inceleme sıfatını taşımamaktadır.

güze çalan saçlarının hayaline kapılacak değilim fakat,
sömeklenmiş bitkiyi içselleştirerek tarifsiz bir buhrana kapılmak gibi şimdi rüyalara dokunmak!
ki bu, bir avuç hatıranın geceye asılı kalma denemesiyle yıkılan bir yapıdan farksızlık içerisindedir.

açıklamaya teşebbüs ederek ayıplara savrulacak değilim fakat,
yitirilmiş bir sevdanın, nesli tükenmekte olan kelebeklerine göz kırpmak gibi şimdi hissiyatlı kavga!
ki bu, tanrıya ulurken korna seslerini duymazdan gelen bir yalnızlık sevdalısı gibi görünmektedir.

halüsinatif renk kırılmalarından şikayet edecek değilim fakat,
şakaklarıma hücum eden tarifsiz ve kimliksiz depremi kucaklamak gibi şimdi özlediğim sen!
ki bu, vatandan soyutlanarak bıyıklarımı öp diye, ölümü avuçlamak isteğiyle düpedüz birleşiktir.



14 Mart 2018 Çarşamba

hiç gelmiyor


sevgilim benim yaşım daha genç,
yıllarca sesinden mahrum kalmak için çok genç.
biliyorsun artık anlatamıyorum hiçbir şeyi doğru düzgün...

keşke diyorum, keşke Neşet Ertaş sevseydi seni.
yani o, yani o adam bunun hakkını verebilirdi.
genç ölmenin hakkını yani.

boğuluyorum sevgilim tesadüf değil bu.
telefon ediyorum sana işte bu yüzsüzlük!
fevkalade öfkeliyim devlete ve allaha.

allahı bilmem sevgilim fakat,
fakat, hayat bir'dir.
saatler ve tarihler geçiyor, kapıya bakıyorum, gözlerimi kapıdan alamıyorum!

ben senin o sevgilim olan yüzün ve
okyanus rengi kot ceketinden tahrik oluyorum.
bir de kokun var ki, utanıyorum.

doğumsuz bir çocuk edasıyla ölü olabilirim senin okyanusunda.
geçen zamana inat, doğumsuz ve kadersiz!
fakat sevgilim, doğurman gereken bir çocuk var beynimde.

beni siktir ettim senden bir tane daha yapmalı.
seni, seni arttırana, coğaltana kadar sevmeli!
çünkü bu şarkılar çocuklar için yazılmış olmalı.

sevgilim düşünsene ölüyoruz.
sevgilim okyanuslar dolusu ölüyoruz.
sevgilim doğumsuz bir çocuk kadar ölüyoruz.

bahar da hiç gelmiyor.




6 Mart 2018 Salı

şiir yazamıyorum


kutup kokusu var ayaklarında,
o kadar mı uzaklaşman gerekmişti?

çünkü, çünkü bir kutup ayısı pençelemiş gibi,
evet, öyle olmuş gibi solgun görünüyor yüzün.

köklerine bırakmak istediğim çocuklar uğruna,
kavgaya devam etmeli miyim?

özür dilerim, yine, özür dilerim,
o resulullahın yüzü gibi nur dolu vücudunu özledim.

albino bir allah kurtarırsa kurtarır bizi sevgilim,
sahi, ne kadar sürer, bu kadar kandan sonra beyaza dönmek?

yani sayın sevgilim şimdi o adam senin,
senin alnına elini koydu küfreder gibi varlığıma.

o zaman tortusu benim soluk borumda.
yüce rabbim akıt beni onun bacaklarında!

bir martı uçacak, umuyorum,
ben artık, şiir yazamıyorum.

bakın bizim aşkımız anarşist bir manifesto,,,,,


anlatmak uzun iş, resulullahlar şahidimdir,
yani sayın, yani sayın sevgilim
o sesinizle yaktığınız beyin,
o sesinizle titrettiğiniz gönül,
bakın, afedersiniz ama bir zamanlar öptüğünüz adama ait.

biz de türküz biz de müslümanız
bu zulüm çok değil mi icabında?
yani, yani gözlerinizdeki gri gökkuşağını özlemek,
mesela, yitmek istemek koynunuzda yıllar sonra,
çok mu?

sen müzik yap diye aktı bir çocuğun kanı,
oluk oluk aktı, sıcaktı,
zaman ki irkildi, bomboş ruhlar adam oldu
muz cumhuriyeti değil burası!

hiddetle sevişebilmek için mi ayrıyız, diyorum
diyorum çünkü öyle olsa yine bir,
bir çeşit umutla söyleyebilirim "devlet ebed müddet" diye,
sahi,
sahi,
sahi sayın yetkililer, sayın aile ve sosyal politikalar bakanı,
mesela kenan evren -ki çocukları asmaktan vakit bulamamaktaydı-
neredeydiniz!?


neden benim kadınım gittiğinde ordu yönetime el koymadı?
neden allahın ense köküne bir dipçik indirip, "dursana ihtiyar, yazık çocuklara," demedi?
neredeydiniz, sahiden soruyorum
sevgilim gitti, sevgilim dediğime bakmayın demezsem çok üzülüyorum
yani, o güzel kadın yola koyulduğunda,
neden bir devlet büyüğü olaya el atıp, "kızım dur, bu memleket buna hazır değil!",
demedi?

çok saygıdeğer allahım, yıllar oldu bakınız,
kapım çalmayacak mı?
çünkü çalmayacaksa...
yani bakın sayın rabbim,
rabbim diyorum hala bakın,
bakın onun o kuş serilesi yolları
kapıma gelmeyecekse,
bırakın ben ateist olayım.

mesela molotof kokteyli gibi asi olayım!
hedefimi şaşırayım zaman zaman
rabbim, bırakın artık yitireyim umudumu,
isa, dur, bırak ulan kolumu!
rabbim, rabbim diyorum hala bakın,
o ayırdığınız yollar bizim yollarımız ya rab!
o ayırdığınız yolların sonunda bir Cem Karaca vardı!

utanmalısın mevlam.
hayallerinden ettiğin ceylanlar için
utanmalısın
yine de affederim seni.
bugünlerde çalarsa kapım,
çünkü şu an diyemiyorum o çok zayıf bir ihtimal,
bugünlerde çalarsa kapım da kadınım gelirse!
bugünlerde, kapıdan içeri kadınım girerse!
bugünlerde sevişirsek hipodrom yarışları gibi,
affederim seni.

o zamana dek, vatansız ve imansız bil beni!




18 Şubat 2018 Pazar

kitap kokan golf sopası

öncelikle selamun aleyküm,
sonra,
sonra,
sonra, allah kahretsin!

vurdumduymazca seken bir kaplumbağa ve 
ellediğin yüreğimde yüce garsonlar
türkiyeli egzoz boruları ve çiçek çiçek sevda!

kıtır kıtır su ve kaçamak bir tekme
eyüp sabır eyüp sabır eyüp sabır
bulutlar durdu indi günler şişelerden
eskimiş mi güzel kesikler vücudumda

durma emi,
durma şimdi çünkü durursan!
çünkü durursan!
çünkü! durursan! yere yığılır
şeker kamışları
ve gazı bitmiş çakmağım

şubat gibi soğurken mahalleler
ellerinde yatar bir parça huzur ki allah izler göklerden bataklıkları!
selamunaleyküm sevgilim ben bir kalasım,
her gün her gece benle kalasın,
ses denemeleri arasında notalarla
sol kolum uyuşur uzağında sevginin
ki,
ki,
ki ben uçak sürmeyi bilmem ki!

alayına gitmesin ama
bar taburesi gibi
devrik bir cümleyle vursun enseme hazretleri muhammedin
eskrim çalışsın benimle o büyük dağlar
çığ olsun dertler ki pompalı tüfekle vursunlar
yürüyen tüm canavarların umutlarını!

mübarek mevlanalar, yurtsuz ve falsolu isyanlar
alırlar beni koltuğumdan yatağımdan
alırlar beni koynundan sensizliğin ki,
ki rahatça vursunlar mazlumun ağzına dipçiği!

az az nefes alıyorum şimdi
karanfil kokusuyla rakı
sen yürü ben gelirim yanında
göremezsin doğmamış olan cemleri karacaları
beyaz beyaz beyaz gökyüzüyle
gri duvarlarının yoksulluğu
sökmek gerek yerinden gemileri
ki dalgalar insin cennet katından
ve yüzümüz sapsarı kessin ki
ölebilelim şimdi kocaelide bir fabrikada

duman olmuş yaz aylarında
mevsim geçişleri sert, sert sırtı var güvercinin
mektup at bana mektup at bana
yüzüm dökülür öpmezsen öpülecek her yerimi

otogarlardan çıktık otobanlara
otobanlarda arabalar çarptı sırtımıza ve şimdi
şimdi! şimdi! şimdi!
şimdi senin bacakların bir can simidi
yüz kere dedim ben ilahiyat fakültesi bitmeli

karı koca kapımdan geçtiler
mahallenin börekçisi yan komşuyu sikmiş
bir de yağmur yağarsa yunanistandan evlere
fay hatlarımız gevşeyecekse sevişmekten geçer bu yol
sigaranın közü kasığıma düştü
itfaiyeci hızırı aradı muhammed mustafa
selamunaleyküm ey pazartesi

ben çıkmadım odamdan 5 aydır
sen çıkmadın aklımdan 5 yıldır
dünya beş civarında bir yerlerde boğulur
şimdi sen gelmezsen de deprem olursa!


kuyuya attılar hazretlerini
haz etti yüzü olmayan ağaçlar
ki yüzü olan ağaçlar ağladı
alabildiğine uzundu şeker kamışları
o kadın çok mızmızdı 
düştüm şimdi allahımın katından
gemileri karadan yürüten fatihin torunlarıyla
gemileri karadan yürüten fatihin torunlarıyla!

bu gece her yüzüm ayrı sarı
alla beni pulla beni
türk tütünüyle duş almalı
tütünü öpmeli birkaç yıl daha
birkaç yıl daha izlemeli uzaktan belki
ama belim kırılacak bakarken ellerine değen ellere
ki üf be abi yapmayın ne olur
ne olursa olur fakat
fakat mayın tarlalarından geçiriyor koyunları çoban!

duvarlarında dolunay var mı sevgilim
sana sevgilim demesem küçülürüm yok olurum
maşallahın varsa şimdi benim için
nazarlar yağacaksa başımıza yağmur gibi
caddeleri tuzlamak gerek kaymasın diye mercedes-benz

köprücük kemiklerine iki dudağımı bıraksam
bıraksam ki ısınsın soğuk evimiz
cem gelse dese ki baba sazı çıkar
sonra bağırsa, "ben döneksem döndüm diye memleketime!"

camdan içeri giren koyu kahve fincanları
ne işe yarıyorum allah aşkına
elalemin çocukları barut gibi turp gibi
bense israfıyım allah nefesinin!
peki görsem şimdi ege denizini,
allah aşkına babamı siksem kabul olur mu?








17 Şubat 2018 Cumartesi

gizli


karanlığın içinde bir damla delilik gizli,
iç çekişlerin arasında arzular gizli,
öpülen her yerinde benim acılarım gizli.

kızarmış diz kapaklarında kayıp yarınlar gizli,
vazgeçemediğim varlığında benim yokluğum gizli,
ezilen hayallerimde Cem Karaca'lar gizli.

ölüme yakın, hayata uzak bir yerde hiçlik gizli,
buz tutmuş geçmişte gülüşlerin gizli,
yiten her sensiz saniyede bir parça kırık hayal gizli.

Zeki Müren seanslarımda barut kokusu gizli,
eskimiş defterde ellerinin kokusu gizli,
düştüğüm çukurda, gözlerimiz arasındaki mesafe gizli.

bulmadığım huzurda oluk oluk akan kan gizli,
teninden uzakta koskoca bir yalnızlık gizli,
tercih etmediğin sevdamda kaos gizli.

gün doğumunda senin ışığın gizli,
tenha karanlıkta benim sözlerim gizli,
efe rakısında biz gizli.





14 Şubat 2018 Çarşamba

N


 sert geldi votka biraz. kendimi kaybettim. bir melek tuttu beni ellerimden, sızladığım, kan kaybettiğim o günlere götürdü. bana bıraktığın kahır mektubuna götürdü. senin kokun vardı üzerinde o defterin ilk aylar. sonra, anason kokmaya başladı. sevgilim, senin kokunu alıyorlar benden. lütfen kokunu almasınlar. kokun olmadan dayanamam yoksulluğa.

 sarı bir ışık dahi olabilirim bu gece. bu gece allahımın kulu değil, senin sokak ışığın olabilirim. inlemeden, sızlamadan, gönlümdeki çocuk can vermeden...

 boynuna giden yollarda, ince bacaklı bir ceylan gibi av olabilirim. kanayıp ölebilirim sevgilim, sadece kokuna ulaşmak için.

 beni senden ayrı tutup eriten o yüce güçlere, o büyük varlıklara kafa tutabilirim. sürünerek ulaşabilirim ayaklarına.

 hissedemediğim her anı telafi etmek için, saçlarına giden bir yol varsa, oraya adayabilirim ömrümü.

 sevgilim, ben eriyip yok olabilirim kederden.

 sabahın köründe yaktığım sigaranın külüne karışıp gidebilirim.

 sevgilim ben dünyanın en güçlü adamı değilim.

 bana bir şey olmaz demek büyük hataydı.

 sevgilim, bana bir çok şey oldu.

 senin sıcağından uzakta, savunmasız, yıpranmış ve bitmişim.

 hatırla lütfen, "sen gidersen, bir meyhaneye girerim ve oradan bir daha çıkmam." demiştim.

 benim dünyam bir meyhane.

 seraplarla dolu bir meyhane.

 yüzüne dokunamayan parmaklarımın yandığı bir meyhane.

 seni başkalarının sevdiği bir meyhane.

 seni, başkalarının, sevdiği,

 kalbim yarıldı sevgilim.

 bu meyhane renksiz, müziksiz, insansız, sensiz, alabildiğine sensiz.

 kelimelerim yok artık. artık yazamıyorum öyle süsleyerek.

 lütfen sevgilim, adını ağzıma alabileyim tekrar.

 lütfen, telaffuz ederken gönlümde bir deprem, beynimde bir katliam olmasın.

 lütfen benim olduğun yerden bir güneş doğsun.

 lütfen sözünü tutsun geçen otobüsler.

 çünkü

 inan

 karardım.

 inceldim.

 tükendim.



2 Şubat 2018 Cuma

"inanma hiç geceye."


saçlarının kızılında bir akbaba gizli,
sabırsız, hırçın bir akbaba!
parça parça edecek beni,
ruhum gidince derinimden.

şairin mazotudur acı,
kör ve yalnız bir şairin!
ağzıma kadar doldum acıyla,
zahmet etme dağılacağım.

namlunun ağzında gizli dünler,
yarınlar yitip gitmiş boydan boya!
rengi olmayan bir kabus,
uçsuz, dengesiz, yalpalıyorum.

bulutlar kararmış göğümde,
nefesimi tutmuşum yağmurlara!
dört bir yanımda intihar,
yüzümden düşmüş yavru bir ceylan.

şarkılar hüzünlü alabildiğine,
lanet bir acı boydan boya!
geçemedim fırtınadan işte,
gözüme uyku da girmedi.

bir tavşan avladım geçen hafta,
öylesine zalimdim!
yürürken kıldan çizgide,
kalbim sızım sızım sızladı duyunca sesini.

bir mermi uzağımda huzur,
sense tut bambaşka birini sev!
göğsümün altında kıyametler kopuyor,
kurbağa sesleri var avluda.



25 Ocak 2018 Perşembe

böyleydi sevda


yarınsızlığa doğmak gibi,
dağılmak gibi düşlere.
tütün öpen dudağından vurulmak,
biten her hikayeyle solmak,
türlü çiçek kokularıyla sarhoş olmak gibi!
işte böyleydi sevda.

cığaradan nefes çekmek gibi,
teslim olmak gibi rüzgara.
dünde kalmış ruhundan hırpalanmak,
kudurmuş yalnızlığını yollara vurmak,
bir çocuk kahkahasıyla beyninden vurulmak gibi!
işte böyleydi sevda.

ağaçlara konuşmak gibi,
varlık savaşı vermek gibi hiçliğin kollarında.
ismindeki a'nın şapkasına vurulmak,
yere basan ayaklarına sarılmak,
yokluğunla dumana boğulmak gibi!
işte böyleydi sevda.

yolunu gözlemek gibi,
türkülere sarmak gibi geceleri.
dünyanın dışına ait olmak,
gam'a tutulup rakıya düşmek,
özlediğim saçlarına şiirler düzmek gibi!
işte böyleydi sevda.

elem nöbetlerine tutulmak gibi,
gözlerini yummak gibi yeşiline ovaların.
başka bedenlere sarılışını düşlemek,
memleketsiz ve harcanmış kalmak,
senden gayrısına muhtaç kalmamak için dişlerini sıkmak gibi!
işte böyleydi sevda.

kurşunlar yağan bir şehir gibi,
davet edilmek gibi keder otağına.
perişan halde yere kapaklanmak,
gönül yangınına tutulmak,
ruhunun toprağına gömülmek gibi!
işte böyleydi sevda.

uçsuz ve sebepsiz kalmak gibi,
kenevir kokusu gibi parmak uçlarında.
iliklerine değin sarsılmak,
çaresiz zihnini acılara aralamak,
sözlerinin yaktığı yerde asılı kalan zaman gibi!
işte böyleydi sevda.